Ortaçağ'da kadınların hayatında önemli rol oynadığına dair birçok kanıt var. Ancak toplumsal cinsiyet rolleri ve baskılar nedeniyle kadınların konumu oldukça sınırlıydı. Bu yazı, Ortaçağ'da kadınların konumunu ve rolünü detaylı bir şekilde ele alıyor. 175 karakter

Ortaçağ'da kadınlar, erkeklerin gölgesinde kalmış olsalar da, hayatın birçok alanında etkili olmuşlardır. Kadınların sınırlı olan hakları ve toplumsal baskılar hakkında bu yazıda daha fazla bilgi edinebilirsiniz. 196 karakter

Ortaçağ'da kadınların toplumsal statüsü oldukça sınırlıydı. Ancak yine de, kadınlar tarım, sanat, edebiyat, politika ve din gibi alanlarda aktif rol oynadılar. Bu yazıda, kadınların Ortaçağ'daki konumunu ve rolünü detaylı bir şekilde ele alıyoruz. 289 karakter

Ortaçağ dönemi kadınlarının konumları ve rolleri, sosyal, siyasal ve ekonomik açıdan oldukça kısıtlı ve sınırlıydı. Bu dönemde kadınlar, erkek egemenliğinin baskısı altında yaşamaktaydılar ve toplumda ikinci sınıf vatandaşlar olarak görülmekteydiler.

Özellikle aristokratik ailelerde doğan kadınlar, evlenene kadar babaları veya erkek akrabaları tarafından kontrol edilirlerdi. Evlendikten sonra ise eşleri tarafından yönetilirlerdi. Kadınların sahip olduğu serbest zamanları ise genellikle kiliseyle ilişkili etkinliklere katılmakla geçirirlerdi. Ancak bazı kadınlar, manastırlarda kendilerine yer bulup manastır hayatına uyum sağlamaya çalışırlardı.

Kadınların ekonomik alandaki konumları da oldukça sınırlıydı. Üretim ve ticaret faaliyetlerinde önemli rol oynayan kadınlar, genellikle aile işletmelerinde çalışıyor veya evde el emeği ürünleri yaparak geçimlerini sağlamaya çalışıyorlardı. Kadınların miras hakkına sahip olma durumları da oldukça azdı ve bu haklara sahip olan kadınlar ise sıklıkla aileleri tarafından engellenmekteydi.

• Ortaçağ dönemi kadınlarının günlük yaşamları oldukça sınırlı ve kısıtlıydı.
• Kadınlar genellikle toplumda ikinci sınıf vatandaşlar olarak görülmekteydiler.
• Sosyal, siyasal ve ekonomik alanda kadınlar oldukça kısıtlı bir konumda yaşıyorlardı.

Medeniyetlerin Kadın Algısı

Ortaçağ döneminde farklı medeniyetlerin kadınlara bakış açıları oldukça çeşitlilik gösteriyordu. Özellikle İslam dünyasında kadınların toplum içindeki rolü oldukça büyük önem taşıyordu. Kadınlar, ev işleri ve çocuk bakımı ile görevlendirilirken, aynı zamanda eğitim almaları da teşvik ediliyordu.

Bizans İmparatorluğu'nda ise kadınlar, erkeklerle eşit haklara sahip değillerdi ancak toplumda yüksek bir statüleri vardı. Genellikle zengin ailelerin kızları, iyi bir eğitim alıyor ve sanatsal faaliyetlerde bulunuyorlardı.

Avrupa'da ise kadınların konumu oldukça zayıf ve kısıtlıydı. Toplumda erkeklerin egemenliği hakimdi ve kadınlar, ev işleri ve çocuk bakımı gibi geleneksel görevlerle sınırlandırılıyordu. Ayrıca eğitim almaları da pek teşvik edilmiyordu. Ancak sanayi devrimi ile birlikte kadınların iş hayatına katılımı artmış ve bu durum, kadınların toplumdaki konumunu da değiştirmiştir.

Farklı medeniyetlerin kadın algısı, kadınların toplum içindeki konumlarına etki etmiştir. Ancak güçlü kadın figürleri her zaman var olmuştur ve zorlu koşullara rağmen başarılarını göstermişlerdir.

Kadınların Aile İçindeki Konumu

Ortaçağ'da aile yapısı, erkek egemen bir yapıya sahipti. Ailenin merkezinde erkek bulunuyor ve ev içi işler, çocuk veya yaşlı bakımı genellikle kadınların sorumluluğundaydı. Kadınların bu sorumlulukları nedeniyle evde geçirdikleri zaman, erkeklerin üstlendiği sosyal ve siyasi faaliyetlerden uzaktı.

Kadınların sosyal hayatta aldığı rol, evlilikle birlikte belirlenirdi. Evlenme, nadiren de olsa kadının kendi isteğiyle gerçekleşiyordu. Genellikle, kadının ailesi tarafından belirlenen bir erkekle evlendiriliyordu. Evlilik, kadının ev içindeki rolünü daha da güçlendiriyordu. Erkeğin kadına hakimiyeti, kanunlar tarafından destekleniyordu ve kadınların erkeğe karşı herhangi bir hakkı yoktu.

Boşanma, yine erkeğin inisiyatifinde olan bir işlemdi. Boşanan kadınlar, toplumda dışlanmış ve stigmatize edilmiş kişilerdi. Boşanmış kadınların yeniden evlenmeleri neredeyse imkansızdı.

Ancak, kadınlar bazen aile içinde de söz sahibi olabiliyordu. Özellikle zengin ailelerde, kocaları iş için evden ayrıldığında kadınlar, maddi kararları alabilir ve hizmetlileri yönetebilirdi. Ayrıca, kadınlar bazen aile mirasının yönetiminden de sorumlu tutulabiliyordu.

Sonuç olarak, kadınların Ortaçağ'da aile içindeki rolü oldukça sınırlıydı. Erkek egemenlik hakimdi ve kadınların ev içindeki görevlerinin ötesine geçmelerine izin verilmiyordu. Ancak bazı kadınlar, zengin ailelerde ve miras yönetiminde rol alarak güç sahibi olabilirdi.

Evlenme ve Boşanma

Evlenme kurumu Ortaçağ'da da toplumda önemli bir yere sahipti. Fakat evlilikte rol alan kişiler ve getirilen kurallar erkek egemen bir yapıda düzenlenmişti. Kadınlar erkeklerin izni olmadan evlenemez ve birçok durumda evlilikler aileler arasında anlaşma sonucu gerçekleşirdi.

Evlenme işlemi yasal olarak genellikle gerekli olan belgelerin düzenlenmesi ile birlikte, törensel bir şekilde de gerçekleştirilirdi. Nikah törenleri için kiliseler sıklıkla tercih edilirdi. Törende bir rahip veya papaz evlilik yeminlerini aldırır ve imzalanması gereken belgeleri hazırlardı.

Boşanma ise Ortaçağ'da çok daha nadir bir durumdu. Kiliseye göre, evlilik bir yasağı bozma olarak görülüyordu ve aynı şekilde, bu yasağı bozmak nadir bir durum olarak görülen boşanma sürecine yol açıyordu. Boşanmak isteyen bir çift, kilise mahkemesine başvurmak zorundaydı. Mahkeme sıklıkla, evliliklerinin geçerli olup olmadığını, neden bozulması gerektiğini ve daha sonra çiftin niyetleri hakkında bir dizi soru sordu. İşlem, binlerce dolarlık bir ceza ile sonuçlanabilirdi.

Kadınlar için evlilik genellikle hayatın geri kalanına yönelik bir sözleşme gibi algılanıyordu ve kadınların evlendikten sonra çok az seçeneği kalmıştı. Kadınların aile içindeki konumu ve sorumlulukları belli kurallar çerçevesinde belirlenirdi. Kadın, evin işlerine ve çocuk bakımına öncelik vermek zorundaydı. Genellikle erkekler, tarım veya meslek sahibiyse çalışmaya devam ederken kadınlar ev işleriyle uğraşırdı.

Boşanma durumunda, kadınlar toplumumuzda olduğu gibi evlilik sonrası eşi tarafından çeşitli maddi değerler ve haklardan feragat ettirilirlerdi. Bu durum kadınları sosyal, ekonomik ve siyasal açıdan dezavantajlı ve zayıf konuma getirirdi.

Kadınların Miras Hakkı

Ortaçağ’da kadınların miras hakkı konusu oldukça sınırlıydı. Genel olarak erkeklerin mirasçı olduğu bir dönemde kadınları mirasçı olarak görmek nadirdi. Ancak bazı yerlerde, özellikle İngiltere’de, kadınların miras hakkına sahip olabilmesi için öncesinde veraset taliknameleri gerekiyordu. Bu sayede bir kadın, ölmüş olan babasından kalan mal varlığına sahip olabiliyordu. Ayrıca, bir kadın evlendiğinde, kocasının miras hakkı ölümünden sonra eşine miras bırakabileceği bir şekilde belirlenirdi. Ancak kadınlarının miras hakkı yasal olarak sınırlandırılmış olsa da, miras alan kadınlar bazen kadınların gücünü gösteren kişiler haline gelmiştir.

Bir mirasın kadınlar arasında paylaşılması muhtemelen kadın yakın akrabalara kalacaksa gerçekleşirdi. Kadınların özellikle kocalarının ölümünden sonra maddi kazanımları konusunda doğru şekilde desteklenmedikleri düşünüldüğünde, mirasın kadınlar arasında adil bir şekilde paylaşılması önemliydi. Ancak unutulmamalıdır ki, kadınların miras hakkının sınırlandırılması, kadınların toplumun geri kalanından biraz daha bağımsız hale gelmelerini engellemiş olabilir.

Özetle, Ortaçağ döneminde kadınların miras hakkı sınırlı oldu. Ancak kadınlara miras bırakılması ve özellikle eşlerin mal varlığının karşılıklı olarak paylaşılması, kadınların maddi kaynaklarına erişimlerini sağlayarak bağımsızlıklarını koruma yolunda bir adım olarak değerlendirilebilir.

Erkek Egemen Toplumda Kadınların Eğitimi

Ortaçağ dönemi, erkek egemen bir toplum yapısı ile tanınmaktadır. Bu toplumda kadınlar, birçok alanda erkeklerin gerisinde konumlandırılmıştır. Kadınların eğitim hakkı da erkeklerin egemenliği altında kalmıştır. Yine de, kadınlar arasında eğitimli olanlar da vardı.

Erkek egemen toplumun kadınlara verdiği eğitim, özellikle ev işleri ve çocuk bakımıyla sınırlı kalmıştır. Kadınların okuma yazma öğrenmesi nadir görülen bir durumdu. Buna rağmen, birçok kadın kiliselerde, manastırlarda ve evlerinde eğitimler almışlardır. Eğitimli kadınlar genellikle zengin ailelerin kızları olurlardı ve eğitimlerini özel öğretmenler tarafından alırlardı.

Kadınların eğitim hakkının kısıtlanması, onların toplumdaki konumlarının daha alt düzeyde olmasına neden olmuştur. Erkek egemen toplumun kadınlara verdiği değerin yansımalarından biri, ev içi işlerle ilgili eğitim verilirken okuma yazma öğretilmemesi olmuştur. Bu sebeple kadınların hayatları sadece evde geçirilirken, erkeklerin bilgi sahibi olmasıyla birçok alanda faaliyet göstermeleri sağlanmıştır.

Aile Dışındaki Kadınların Konumu

Ortaçağ'da kadınların aile yapısı içindeki konumları üzerinde düşünürken, aile dışındaki kadınların hayatlarına da bir göz atmak gerekir. Kadınlar, manastırlarda ve meslek sahibi olarak bulundukları diğer alanlarda da önemli roller üstlenmişlerdir.

Manastır hayatı, Ortaçağ'da kadınların aile içindeki rollerinden kaçmak isteyenler için bir seçenek olmuştur. Kadınlar, manastır hayatında dinî eğitim alıp, çalışarak ve dini faaliyetlerde bulunarak topluma katkı sağlamıştır. Ayrıca, manastır okullarında öğretmenlik yaparak da toplumda saygın bir konuma gelmişlerdir.

Manastır yaşamının yanı sıra, meslek sahibi olan kadınların da hayatlarında önemli bir yeri vardı. Ortaçağ'da kadınlar, özellikle ticaret ve zanaat alanlarındaki işlerde çalışıyorlardı. Kadınlar, tekstil işlemeciliği, ilaç yapımı, tıp ve botanik gibi alanlarda uzmanlaşarak, ortaya yenilikçi fikirler koyarak ve üstlendikleri görevleri başarıyla yerine getirerek önemli parçalar haline geldiler.

Özellikle satranç oynayan ve el sanatlarına yatkın olan kadınlar, toplumda özgün ve farklı kişiliklere sahip olarak tanınmışlardır. Ancak, kadınların meslek sahibi olmaları, Ortaçağ'da erkek egemen toplum tarafından hoş karşılanmamıştır. Bazı mesleklerde kadınların çalışması hatta bazı işlerde kıyafetleri bile yasaklanmıştır. Dolayısıyla, kadınlar yaşadıkları zorluklara rağmen kendi alanlarında başarılı olmanın yollarını bulmuşlardır.

Sonuç olarak, Ortaçağ'da kadınlar sadece aile yapıları içinde değil, manastırlarda ve mesleklerinde de aktif olmuşlardır. Kadınlar birçok zorluğa rağmen, sahip oldukları yetenekleri geliştirerek ve üstlendikleri görevleri başarılı bir şekilde yerine getirerek topluma katkı sağlamışlardır. Bu nedenle kadınlar, Ortaçağ döneminde önemli ve etkili figürler olarak tanınmışlardır.

Kadınların Din ve Kilise İle İlişkisi

Ortaçağ'da kadınların din ve kiliseyle olan ilişkileri oldukça önemliydi. Kilise, Ortaçağ toplumunun merkezi bir kurumuydu ve kadınlar da bu kurumda belirli görevler üstleniyorlardı. Genellikle kilise törenlerinde yer alırlar ve birçok dini toplantıda kilise hizmetçisi olarak görev alırlardı.

Ortaçağ toplumunda kadınların kiliseyle olan ilişkilerinde en önemli faktörlerden biri evliliklerdi. Kilise, evliliklerin meşruluğunu tanıyan tek otoriteydi, bu nedenle kadınlar için ve ailelerinin itibarı için kiliseye uygun bir evlilik yapmak önemliydi. Ayrıca, kadınlar çeşitli manevi hizmetler sunarak da kilise topluluğuna katkıda bulunabiliyorlardı. Bazı kadınlar manastırlara girerek ve burada rahibe veya manastır okullarında öğretmen olarak görev alarak kiliseleşme yoluna girebiliyordu.

Kilise, genellikle kadınların liderlik rollerine karşı çıkıyor olsa da, birçok kadın aziz de kilise tarafından tanındı ve saygı gösterildi. Bunlar arasında Azize Katerina, Azize Teresa gibi kadın azizler örnek verilebilir. Kilisede, bu kadın azizlerin hayatları ve öğretileri, manastırlarda ve kilise toplantılarında sık sık konu edildi

Ancak, ortaçağdaki kilise hükmü altında, kadınların sık sık erkekler tarafından taciz edildiği ve cinsel şiddet gördüğü bilinmektedir. Aynı zamanda, kadınların günahkar olarak damgalanmaları ve cinsel açıdan aşağılanmaları da yaygındı. Bu uygulamaların birçoğu kilise tarafından meşrulaştırılmıştı ve kadınların toplumsal konumunu daha da zayıflatmıştı.

Yine de, kilise kadınların hayatında önemli bir rol oynuyordu ve birçok kadın için manevi bir sığınak olarak görülüyordu. Ancak, kadınların kiliseleşme yolunda kısıtlamalarla karşılaşması, toplumun genelinde kadınların siyasal ve sosyal alandaki düşük konumunun bir yansıması olarak görülebilir.

Kadın Azizlerin ve İkonların Hikayeleri

Ortaçağ döneminde kadınların kilisedeki yerlerine baktığımızda, kadın azizlerin ve ikonların dini hayattaki önemlerini görürüz. Azizler, Hristiyanlığın önemli figürleri olarak kabul edilirler ve dualarla anılırlar. Kadın azizlerin isimleri günümüze kadar gelmiştir ve onların hikayeleri ilham verici olmuştur.

Birçok kadın azizin hikayeleri, cinsiyet ayrımcılığına karşı savaştığı ya da baskıya direndiği için bilinir. Örneğin, Azize Catherine tarihte bilinen en ünlü kadın azizlerden biridir. Zorlu ve tartışmalı bir hayat yaşayan Catherine, cennetin kapılarını açmak için birçok zorluğun üstesinden geldi. Aziz Joan of Arc da bir diğer önemli isimdir. Onun hikayesi, İngilizlere karşı savaşıp galip gelen cesur bir genç kadını anlatır.

Kilisedeki ikonlar da kadınların dini hayattaki rolünü ve önemini yansıtır. İkonlar, Hristiyanların tapınmak için kullandıkları resimlerdir. Kiliselerde yer alan ikonlarda, Meryem Ana, Azize Catherine, Azize Margaret gibi kadın figürleri sık sık tasvir edilir. Bu ikonlar, kadınların Hristiyan inancındaki önemine işaret eder.

• Ortaçağ'daki kadın azizlerin isimleri günümüze kadar gelmiştir.
• Azize Catherine ve Aziz Joan of Arc, cinsiyet ayrımcılığına karşı savaşan kadın azizlerden bazılarıdır.
• Kiliselerde yer alan ikonlarda, kadın figürleri sık sık tasvir edilir ve bu ikonlar, kadınların Hristiyan inancındaki önemine işaret eder.

Kilise Mahkemelerinde Kadınların Konumu

Ortaçağ döneminde kadınlar, kilise mahkemelerinde sık sık yargılanırdı. Bu mahkemelerde, dinî suçlar, ahlaki ihlaller ve boşanma davaları gibi olaylar ele alınırdı. Ancak kadınların bu mahkemelerdeki konumları oldukça kısıtlıydı ve erkeklerin hakimiyeti altındaydı.

Kilise mahkemelerinde, kadınlar genellikle bir erkek vesayeti altında yargılanırlardı. Yani, babaları, eşleri veya erkek akrabaları kadınların temsilcisi olarak hareket ederdi. Bu da kadınların kendi savunmalarını sunmaları ve hatta mahkeme salonuna girmeleri için bile izin verilmediği anlamına gelirdi.

Ayrıca, kadınların maruz kaldıkları yargılama süreçleri genellikle daha sert ve adaletsizdi. Mahkemelerdeki jüriler genellikle erkeklerden oluşuyordu ve kadınların ifadeleri sadakatlerine, bakireliklerine veya görgülerine dayanarak yargılanırdı. Ayrıca, kadınlar yargılama sürecinde işkence ve diğer zalimliklere maruz kalabilirdi.

Yine de bazı kadınlar kilise mahkemelerinde güçlü bir varlık sergiledi. Özellikle de, erkeklerin yönetimi altında bile olsa, kadınlar hukuki süreçlerde aktif bir rol oynayabiliyordu. Bu kadınlar, özellikle de manastırlarda görev yapan rahibeler, birçok durumda mahkemelerde tanıklık yapmak ve hatta karar alma sürecine katılmak için yetkilendirilirdi.

Ortaçağ'da kadının konumu ve rolü hakkında bir incelemeye devam ederken, kadınların kilise mahkemelerindeki konumlarına ayrıntılı olarak bakmak önemlidir. Bu, kadınların Ortaçağ toplumunda nasıl zorluklarla karşı karşıya kaldığını anlamamız için önemlidir.

Kadınların İş Hayatındaki Konumu ve Rolü

Ortaçağ'da kadınların iş hayatındaki konumu oldukça sınırlıydı. Çoğu zaman kadınlar evdeki işlerle uğraşırken, eğer çalışmak zorunda kalmışlarsa genellikle tarım ve hayvancılıkla ilgili alanlarda yer alırlardı. Ancak, birkaç kadın tüccar, doktor veya avukat olarak iş hayatına dahil olabilirdi.

Bu sahalardaki kadınlar, erkeklerle aynı haklara sahip değillerdi ve sıklıkla erkekler tarafından dışlanırlardı. Ayrıca, kadınlar iş dünyasında varlıklarını kanıtlamak için daha fazla çaba harcamak zorunda kaldılar. Ancak yine de, bazı kadınlar iş hayatında oldukça başarılı oldular ve toplumlarında saygın yerler edindiler.

Bununla birlikte, kilise kadınların iş hayatında yer almasına sıcak bakmazdı. Kilise, kadınların evde kalmalarını istiyordu ve iş hayatına dahil olmalarını engellemeye çalıştı. Bu yüzden, kadınlar iş hayatında başarılı olmak için hem erkeklerle rekabet etmek zorunda kaldılar hem de kiliseye karşı mücadele ettiler.

Bazı kadınlar, iş hayatına katılmanın yanı sıra, zanaatkârlık da yapıyorlardı. Ancak, bu konuda bile kadınlar erkeklerle aynı haklara sahip değillerdi ve zanaatkârlıkta kadınların maaşları erkeklere göre daha düşüktü.

• Bazı kadınlar doktor veya eczacı olarak çalışırdı.
• Kadınlar genellikle tarım ve hayvancılıkla ilgili alanlarda çalıştılar.
• Erkek egemen bir toplum olduğu için kadınlar iş hayatında erkeklerle rekabet etmek zorunda kaldılar.

Sonuç olarak, Ortaçağ'da kadınların iş hayatındaki konumu oldukça sınırlı ve zorlu bir süreçti. Ancak, bazı kadınlar, erkeklerle rekabet ederek, kiliseye karşı mücadele ederek ve zorlukları aşarak iş hayatında yer aldılar ve başarılı oldular.

Satranç Oynayan Kadınlar

Ortaçağ dönemi boyunca kadınların iş hayatında yer alması ve meslek sahibi olması oldukça nadir görülen bir durumdu. Ancak satranç oynamak hem erkekler hem de kadınlar arasında oldukça popülerdi. Hem saraylarda hem de halk arasında birçok kişi satranç oynar, turnuvalar düzenlenirdi.

Satrançta ustalaşan kadınlar da varlıklarını gösteriyorlardı. İspanyol şair ve yazar Juan Ruiz, "Libro de Buen Amor" adlı eserinde bir kadın satranç oyuncusunu övmüştü. Ruy Lopez adlı bir İspanyol rahip de, "Libro de la Invencion Liberal y Arte del Juego del Axedrez" adlı eserinde kadınların satranç oynadıklarını ve hatta erkek rakiplerini yendiğini belirtmişti.

Bununla birlikte, kadınların satranç oynaması pek de hoş karşılanmıyordu. Bazı dini liderler, kadınların satranç oynamasını günah olarak nitelendiriyordu. Öte yandan, bazı toplumlar da kadınların satranç oynamalarına izin veriyordu. Örneğin, İspanya'da satranç oynama hakkı sadece soylu kadınlara yasaklanmıştı.

Ortaçağ'da kadınların satrancın yanı sıra, masal anlatımı ve şarkı söyleme gibi diğer kültürel aktivitelerde de yer aldıkları bilinmektedir. Ancak tüm bu aktivitelerin kadınların iş hayatındaki konumlarını iyileştirmesi pek mümkün olmamıştır. Kadınlar, toplumsal cinsiyet rollerinin getirdiği kısıtlamalarla başa çıkmaya çalışırken, her zaman erkeklerin ardında ikinci plana itilmişlerdir.

Ticaret Yapan Kadınlar

Ortaçağ döneminde kadınların ticaret hayatına katılımı oldukça sınırlıydı. Ancak, az sayıda kadın ticari faaliyetlere katılmış ve başarılı bir şekilde işlerini yürütmüştür. Özellikle kırsal kesimlerde yaşayan kadınlar, hayvan yetiştiriciliği ve tarımsal üretim ile uğraşırken, şehirlerdeki kadınlar da el işi ve küçük ticaretlerle ilgileniyorlardı.

Bu dönemde kadınların ticaret hayatına katılmaları genellikle eşlerinin işlerine yardımcı olmaları ile gerçekleşiyordu. Fakat bazı kadınlar, kendi işlerini kurarak ticaret hayatında başarılı olmuşlardır. Mesela, Venedikli Tacir Fonte Guadagnini'nin karısı Caterina'nın, eşinin ölümünden sonra aile işini devralarak, aile gelirlerini artırması gibi.

Bunun yanı sıra, ticaret yapmak isteyen kadınlar için bazı engeller de vardı. Özellikle, çağın erkek egemen yapıları nedeniyle kadınların iş hayatı önünde birçok engel bulunuyordu. Kadınların ticaret yapması için birçoğu genellikle eşlerinin veya aile büyüklerinin iznini alması gerekiyordu. Ayrıca, ticari faaliyetler için kadınların erkeklere göre daha yüksek faiz oranlarıyla borçlanması da sıkça yaşanan bir durumdu.

Ortaçağ döneminde kadınların ticaret hayatına katılımları oldukça az olsa da, mesleki başarıları takdir toplayan kadınlar da vardı. Bu kadınlar, erkek egemen bir toplumda iş dünyasında kendilerine yer edinerek, diğer kadınlara örnek olmuşlardır.