Amerika'da Feminizm Hareketinin Tarihi, kadın hakları mücadelesindeki önemli kadınların ve tarihî olayların anlatıldığı bir kitap. İlk dalga feminizmin başlangıcından ikinci dalga feminizm hareketine kadar, kadınların mücadelesi ve kazanımları ele alınmaktadır. Bu kitapta Amerikan tarihinin kadınlar için önemli bir parçasına tanıklık edeceksiniz.

Amerika Birleşik Devletleri'nde feminist hareketinin doğuşu ve gelişimi oldukça köklü bir geçmişe sahiptir. Feminizm, toplumsal cinsiyet eşitliğini ve kadınların toplumda erkeklerle eşit haklara sahip olmasını savunan bir harekettir. Feminizmin birinci dalga hareketi, 19. yüzyılın sonlarında başlamış ve kadınların seçme ve seçilme hakları için yapılan mücadeleyi kapsamaktadır.

Bu dönemde, Susan B. Anthony ve Elizabeth Cady Stanton gibi önemli kadınlar, Amerika Birleşik Devletleri'nde kadın hakları mücadelesinin öncüleri olarak kabul edilirler. Kadınların seçme ve seçilme hakları için yaptıkları mücadele, yıllar süren eylemler, kampanyalar ve mitingler sonucunda 19. yüzyılın sonlarında sonuç vermiş ve 1920 yılına gelindiğinde kadınlar bu hakka sahip olmuşlardır.

Feminizmin ikinci dalga hareketi ise 1960'lardan 1980'lere kadar olan dönemi kapsamaktadır. Bu dönemde kadınlar, geleneksel cinsiyet rollerinin eleştirisi ve üreme hakları gibi konular üzerine mücadeleler vermişlerdir. Bu dönemdeki feminist hareketin önemli isimleri arasında Betty Friedan, Gloria Steinem ve Kate Millett gibi isimler bulunur.

Feminizmin üçüncü dalga hareketi ise 1990'lardan günümüze kadarki süreçte devam etmektedir. Bu dönemde kadınlar, cinsiyet kimliği ve çeşitlilik gibi konulara odaklanarak feminist mücadelelerini sürdürmektedirler. Bu dönemdeki feminist hareketin önde gelen isimleri arasında Kimberlé Crenshaw, bell hooks ve Rebecca Walker gibi isimler bulunur.

Bugün, Amerika Birleşik Devletleri'nde feminist hareketi hala önemli bir mücadele yürütmektedir. Feministler, cinsiyet eşitliği, cinsiyet kimliği ve cinsiyete dayalı ayrımcılık konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedirler.

Feminizm Nedir?

Feminizm, cinsiyet eşitliğine ulaşma mücadelesidir. Bu kavram, kadınların erkeklerle aynı haklara ve fırsatlara sahip olmasını savunur. Ancak feminizmin farklı dalgaları vardır.

Birinci dalga feminizm, kadınların seçme ve seçilme hakkı gibi temel haklar için mücadele ettiği dönemi kapsar. Bu dönem, 19. yüzyılın sonlarından 1920'lere kadar sürdü.

İkinci dalga feminizm, 1960'lardan 1980'lere kadar olan dönemde yeniden doğuş gösterdi. Bu dönemde kadınlar, toplumsal cinsiyet rolleri ve aile yapısının eleştirisi, üreme hakları ve cinsel özgürlük gibi konulara odaklandılar.

Üçüncü dalga feminizm ise 1990'lardan günümüze kadar olan süreçte şekillendi. Bu dönemde feminizm, cinsiyet kimliği ve çeşitlilik, ırk, sınıf ve cinsel yönelim gibi farklılıkları da kapsayan daha geniş bir perspektiften ele alındı. Kyriarchy kavramı da üçüncü dalga feminizmin önemli unsurlarından biridir.

Feminizm, çok yönlü bir konudur ve her dalgası farklı konulara odaklanmaktadır. Ancak genel olarak, cinsiyet eşitliği ve kadın hakları için mücadele ettiği için önemlidir.

Feminizm Öncesi Dönem

Feminizm öncesinde kadın hakları mücadelesi oldukça zorlu ve uzun bir süreçti. 19. yüzyılda, kadınlar siyasi ve sosyal haklarını elde etmek için mücadele ediyorlardı. Bu mücadele, 1848'de Seneca Çağrısı ile başlayan ve eşitlik talebi ile sonuçlanan bir feminist manifesto ile doruk noktasına ulaştı.

Fakat, bu süreçte kadınlar pek çok engelle karşılaştılar. Kadınların o dönemde eğitim almaları, çalışmaları, seçme ve seçilme hakları yoktu. Ayrıca, kadınlara toplumsal ve ev işleri gibi kendileri dışında birçok iş yükü yükleniyordu. Kadınların bu hak arayışı sırasında verdiği mücadelelerin anlatıldığı pek çok kitap ve makale günümüze kadar ulaşmıştır.

Bu dönemde kadınların mücadelesinde, Susan B. Anthony ve Elizabeth Cady Stanton gibi güçlü kadın liderler öne çıkmıştı. Bu kadınlar kadınların siyasi hakları için mücadele etmişler ve sonunda 19. yüzyılın sonlarında kadınların oy kullanma hakkına kavuşması sağlanmıştı.

Kısacası, feminizm öncesi dönemde kadınlar için elde edilmesi gereken birçok hak vardı ve kadınlar bu haklar için mücadele etmek zorundaydılar. Ancak, bu mücadeleler sonunda kadınların önemli hakları elde etmesine ve toplumda daha güçlü bir konuma gelmesine yardımcı oldu.

Susan B. Anthony ve Elizabeth Cady Stanton

Amerika Birleşik Devletleri'nde kadın hakları mücadelesinin öncü isimleri olan Susan B. Anthony ve Elizabeth Cady Stanton, 19. yüzyılın ortalarında bir araya gelerek kadın hakları için mücadele etmeye başladılar. Bu dönemde kadınların seçme ve seçilme hakkı olmadığı gibi, eğitim, çalışma ve miras hakları da oldukça sınırlıydı.

Anthony ve Stanton, 1869 yılında Ulusal Kadın Seçme Hakkı Derneği'ni kurarak kadın hakları mücadelesini organize ettiler ve seçme hakkı için savaş verdiler. Anthony, "Seçme hakkını elde etmenin tek yolu, onu kullanana kadar bağırsakları yerinden çıkarmamızdır" diyerek mücadeleden vazgeçmeden ilerlemeyi vurguladı.

Anthony ve Stanton, kadınların seçme hakkı için yıllarca mücadele vermenin yanı sıra, aynı zamanda kadınların eğitimi için de çalıştılar. İkisi de kadınların eğitimine önem veren liberal düşünce önderleri arasında yer aldılar ve kadınların eğitimi için çaba harcadılar.

Bugün, Susan B. Anthony ve Elizabeth Cady Stanton'un mücadelesi, kadın hakları için verilen mücadelelerin tarihinde önemli bir yer tutar. Kadınların seçme hakkını elde etmesinde önemli bir rol oynayan bu iki öncü kadın, kadın hakları mücadelesinin simgesi haline gelmiştir.

Kadınların Seçme ve Seçilme Hakkı

Kadınların seçme ve seçilme hakkı elde etmek için verdiği mücadele Amerikan feminist hareketinin en önemli sınavlarından biridir. 19. yüzyıl boyunca Birleşik Devletler genelinde kadınlar, seçimlere katılma hakkı talebiyle birçok eylem gerçekleştirdi.

Kadınların oy kullanma hakkını elde edebilmesi için mücadele süreci yıllar boyunca devam etti. 1848 yılında Seneca Falls'ta gerçekleştirilen kadın hakları konferansı, kadınların siyasi katılım hakkı için toplumda farkındalık oluşturdu.

Kadınların oy kullanma hakkı için verilen mücadelede, Susan B. Anthony ve Elizabeth Cady Stanton gibi feminist liderler öncülük etti. Anthony, 1872 yılında seçimlerde oy kullanmaya çalıştığı için tutuklandı ve hapis cezasına çarptırıldı. Fakat kararın toplumda yarattığı baskı sonucu, kadınların oy kullanma hakkına yönelik talep daha fazla arttı.

Mücadele sonunda, 1920 yılında ABD'de 19. yüzyılın sonlarından beri devam eden kadın hakları mücadelesi sonuç verdi ve kadınlar, Amerikan tarihindeki ilk kez, tüm eyaletlerde oy kullanma hakkını elde etti. Bu, Amerika'da feminist hareketin tarihinde en önemli dönüm noktalarından biri olarak kabul edilir ve bugün kadınların siyasi katılımı konusunda önemli bir başarıya işaret eder.

Feminizm'in İkinci Dalga Hareketi

Feminizm'in ikinci dalga hareketi 1960'larda başlamış ve 1980'lere kadar süren bir süreçti. Bu dönemde feminist hareket yeniden doğuş göstermiş ve özellikle kadınların cinsel özgürlükleri ve üreme hakları için mücadele verilmiştir.

Geleneksel cinsiyet rollerinin eleştirisi de bu dönemde yoğunlaşarak kadınların iş hayatında ve diğer toplumsal alanlarda daha fazla yer almaları için mücadele edilmiştir. Kadınların ev işlerinden ve çocuk bakımından sorumlu tutulmasına karşı çıkılmış ve bu sorumlulukların paylaşılması gerektiği vurgulanmıştır.

Feminist hareketin ikinci dalga sürecinde reprodüktif haklar hareketi de önemli bir yer tutmuştur. Kadınların üreme haklarına saygı duyulması ve bu hakların korunması için mücadele edilmiştir. Özellikle çocuk sahibi olmak istemeyen kadınların doğum kontrol yöntemlerine erişebilmeleri için mücadele verilmiştir.

Feminizm'in ikinci dalga hareketi Amerika Birleşik Devletleri'nde başlamış ve diğer ülkelerde de etkili olmuştur. Bu dönemde feministlerin mücadelesi sayesinde kadınlar daha özgür ve eşitlikçi bir toplumda yaşama hakkı kazanmıştır.

Geleneksel Rol Modellerinin Eleştirisi

Feminizm'in ikinci dalga hareketinin önemli konularından biri geleneksel cinsiyet rolleri ve aile yapısının eleştirisi oldu. Geleneksel cinsiyet rolleri, toplumda erkekler ve kadınlar arasında belirli görev, davranış ve beklentileri tanımlar. Bu roller, kadınların ev işleriyle ve çocuk bakımıyla uğraşırken, erkeklerin iş hayatında başarılı olması bekleniyor.

Feminizm'in ikinci dalga hareketi, bu geleneksel rollerin kadınlar için ayrımcılık yarattığını ve cinsiyet eşitliğine engel olduğunu düşündü. Kadınların ev işlerinde çalışmasının ve erkeklerin başarılı iş hayatlarına odaklanmasının, kadınların emeğinin görmezden gelindiğini ve ekonomik olarak bağımlı kalmalarına neden olduğunu savundular.

Bu eleştiri, ailenin de sorgulanmasına ve aile yapısının güçlü bir şekilde eleştirilmesine neden oldu. Feministler, evlilik ve aile gibi kurumların kadınların özgürlüklerini kısıtladığını, onları baskı altına aldığını ve erkek egemenliğinde düzenlenmiş olduğunu savundular. Feministler, kadınların kendi hayatlarını kontrol edebilecekleri ve karar verebilecekleri bir toplum istediler.

• Bu eleştiri, geleneksel cinsiyet rollerinin dışına çıkan kadınlara cesaret verdi ve kadınların iş hayatına daha fazla katılımını sağladı.
• Aile ve evlilik gibi kurumlar, ailenin yeniden şekillendirilmesine ve daha esnek bir yapıya geçilmesine yol açtı.
• Feminist hareketin bu eleştirileri, bugün bile cinsiyet eşitliği konusunda farkındalık yarattı ve kadınların dünya çapında eşit haklara sahip olması için mücadelelerin yapılmasına öncülük etti.

Özet olarak, ikinci dalga feminist hareketi geleneksel cinsiyet rollerinin kadınlar üzerindeki gölgesinde kalan yanlarını sorgulayarak kadınların özgürlüklerini kısıtlayan bu yapıların kaldırılması yönünde hareket etti. Feministler, kadınların hayatlarını kendi belirleyecekleri bir dünya hayal ederek aile yapısı ve geleneksel cinsiyet rollerine karşı savaştılar ve bugün bile bu savaş devam ediyor.

Reprodüktif Haklar Hareketi

Feminizm'in ikinci dalga hareketinin temel mücadelelerinden biri, kadınların üreme haklarına yönelik mücadelesiydi. Bu mücadele, özellikle kürtaj hakkının tanınması ve kadınların üreme sağlığına erişimlerinin sağlanması üzerine yoğunlaştı.

1973 yılında ABD'de Roe v. Wade davası ile kürtajın yasallaşmasıyla birlikte feministler, kadınların bedenleri üzerindeki kararları verme hakkını savunmak için çalışmalarını hızlandırdı. Kürtaj hakkının korunması için gerçekleştirilen çeşitli eylem ve gösteriler, kadınların bedenleri üzerindeki kontrolün kendilerinde olması gerektiği fikrini destekledi.

Reprodüktif haklar hareketi, sadece kürtaj hakkı ile sınırlı değildi. Ayrıca, doğum kontrolü gibi üreme sağlığı konularında kadınların kararlarını kendilerinin alabilecekleri bir ortamın yaratılması da feministlerin mücadele alanıydı. Çünkü, kadınların üreme sağlığına yönelik kararlarda erkeklerin etkisi, dini ve geleneksel inançlar, toplumsal cinsiyet normları gibi çeşitli faktörler, kadınların kendi kararlarını vermesinin önüne geçiyordu.

Bu nedenle, reprodüktif hakların savunulması, kadınların bedenleri üzerinde kontrol sahibi olmaları ve cinsiyetlerine göre ayrımcılık yapılmaması için önemli bir konu haline geldi. Feministler, üreme haklarının korunması için yasal düzenlemelerin yapılması ve cinsel eğitimin yaygınlaşması gibi konularda da çalışmalarını sürdürdü.

Feminizmin Üçüncü Dalga Hareketi

Feminizmin üçüncü dalga hareketi, 1990'lardan günümüze kadar olan süreçte feminist hareketin gelişim evrelerinden biridir. Bu dönemde, önceki dönemlerden farklı olarak feminizm, kadınların sadece seçme ve seçilme hakkı mücadelesiyle sınırlı kalmamış, kadın kimliği ve cinsiyet rolleriyle ilgili çok daha geniş bir alana yayılmıştır.

Üçüncü dalga feminizm, öncüllerinden farklı olarak, her kadının deneyiminin farklı olduğuna ve her kadının kimliğinin farklı olduğuna vurgu yapar. Bu dönemde, beyaz kadınların deneyimleri yerine, sıklıkla renkli kadınların deneyimleri üzerinde durulmuştur ve ırkçılıkla mücadele edilmiştir.

Bunun yanı sıra, toplumsal değişimlerin teknolojik ve kültürel mükemmeliyetinden de etkilenerek, feminizm, üçüncü dalga hareketi ile birlikte yeni bir kimliğe bürünerek geniş bir alana yayılmıştır. Feminizm, kadın erkek eşitliği meselesinden, cinsiyet kimliği ve çeşitliliğe, kadın bedenine yönelik baskıların sorgulanmasına kadar birçok konuda çalışmalar yürütmektedir.

• Bu dönemde, yeni teknolojilere uyum sağlayarak; sosyal medya ve bloglar gibi platformlar aracılığıyla sesini herkese duyurmaya çalışan etkin feministlerin sayısı da artmıştır.
• Bu hareketin diğer bir özelliği ise trans feministler ile cis feministler arasındaki kolaylıkla katılım, işbirliği ve aktif konuşmaları sağlamıştır.
• Üçüncü dalga feministler, kadın karşıtı yasal ve sosyal yasağı ele alırlarken, diğer taraftan da yeniliklere ayak uydurup tüm kadınlara eşit yaşam koşullarını sağlamaya çalışmaktadırlar.

Üçüncü dalga feminizm, ileriye doğru atılmış bir adım olarak, her geçen gün hızla yaygınlaşmaktadır ve toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadelesine devam etmektedir.

Cinsiyet Kimliği ve Çeşitlilik

Üçüncü dalga feminizm hareketi cinsiyet kimliği ve çeşitliliğin önemine de vurgu yapmıştır. Bu dalga için cinsiyet kimliğinin çok boyutlu olduğu, karşı cinsiyetin düşman değil, eşit olduğu, kadınların da erkekler kadar baskı görmediği, ataerkilliğin ve heteronormativitenin de eleştirildiği bir hareket olmuştur.

Üçüncü dalga feminizm hareketinde, cinsiyetin biyolojik değil, toplumsal bir olgu olduğu vurgulanmıştır. Bu açıdan, kadınların biyolojik unsurlarından ziyade, kendilerini nasıl tanımladıkları ve hangi cinsiyet rollerine sahip oldukları daha önceliklidir.

Cinsiyet kimliğinin çok boyutlu olduğu düşüncesiyle, sadece kadın-erkek ikiliğine sıkışmadan her tür cinsiyet kimliğinin ve cinsel yönelimin doğal bir hak olduğu düşünülmektedir. Üçüncü dalga feminizm hareketi cinsiyet kimliği ve çeşitliliğin önemini benimseyerek, toplumda bu konuda farkındalık yaratılması gerektiğine inanmıştır.

Bu dalganın öne çıkan isimleri; Judith Butler, Gloria Anzaldua ve bell hooks gibi isimlerdir. Bu isimler, cinsiyet kimliği ve çeşitliliğin incelenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca üçüncü dalga feminizm hareketi içerisinde trans kadınlar ve trans hakları için de mücadele edilmiştir.

Sonuç olarak, üçüncü dalga feminizm hareketi cinsiyet kimliği ve çeşitliliğin önemini kavramış ve farkındalık oluşturma çabalarında bulunmuştur. Bu yapılan çalışmalar, hala devam etmektedir ve herkesin cinsiyet kimliği ve yönelimi ne olursa olsun, eşit haklar ve fırsatlar sunulması gerektiğinin vurgusunu yapmaktadır.

Kyriarchy Kavramı

Üçüncü dalga feminizm, feminist hareketin günümüze kadar gelmiş olan son aşamasıdır. Bu dalga, öncesinde yaşanan mücadelelerin sonuçları üzerine inşa edilmiş olmakla birlikte yeni sorunlara da odaklanmaktadır. Bunlardan biri de Kyriarchy kavramıdır.

Kyriarchy kavramı, üçüncü dalga feminizm hareketinde baskının farklı boyutları üzerine yoğunlaşan bir kavramdır. Bu kavram, baskıyı sadece cinsiyet açısından ele almaktan ziyade, ırk, sınıf, cinsel yönelim, engellilik gibi farklı etkileşim biçimlerini de dikkate almaktadır.

Bu kavram, bir tür hiyerarşik yapıyı ifade etmektedir. Bu yapıda; beyaz, cis-hetero, zengin, sağlıklı olan bireyler en üst seviyede yer alırken siyah, trans, fakir, engelli olan bireyler alt seviyede yer almaktadır. Bu yapıda, en alt seviyede yer alan bireyler, birçok farklı sebepten dolayı en çok baskıya maruz kalan bireylerdir. Bu baskı sadece tek bir özelliğe yönelik olmayıp, farklı etkileşim biçimleri için de geçerlidir.

Üçüncü dalga feminizmin özellikle son yıllarda artan bir şekilde ele aldığı bu kavram, feminizmin tüm hareketlerinde baskının farklı tiplerine karşı mücadele etmek için kullanılmaktadır. Böylece, her türlü baskının, homofobi, ırkçılık ve sınıf eşitsizliği gibi diğer sosyal sorunlarla bağlantılı olduğu düşüncesi vurgulanarak, bütüncül bir bakış açısına uygun olunmaya çalışılmaktadır.