Ortaçağda Siyasi ve Sosyal Düzen, tarihin en ilgi çekici dönemlerinden biridir Siz de Ortaçağ'ın hüküm sürdüğü dönemleri merak ediyorsanız bu kitabı kaçırmayın Kitap, siyasi ve sosyal düzeni anlatarak Ortaçağ'ın önemli detaylarını sunuyor Tarihi seven herkesin mutlaka okuması gereken bir eser!

Ortaçağ, Avrupa tarihinde önemli bir dönemdir. Bu dönemde siyasi ve sosyal yapılar, günümüze göre oldukça farklıydı. Krallıklar, lordlar, feodal sistem ve kilise, Ortaçağ Avrupası'nda toplumun örgütlenmesinde önemli bir rol oynadı. Bu yazıda, Ortaçağ Avrupası'nda var olan siyasi ve sosyal yapılar hakkında genel bilgiler verilecektir.

Ortaçağ Avrupası'nda toplum, feodal sistemle örgütlendi. Feodal sistem, toprak sahibi lordların, kendi toprakları üzerinde yaşayan halkı yönettiği bir sistemdir. Krallıklar, lordların yönettiği topraklar üzerinde varlıklarını sürdürdü. Lordlar, topraklarına bağlı olan köylü ve ozanların koruyuculuğunu yapar, ama aynı zamanda onlardan vergi ve askeri hizmet alırdı.

Bu sistemin en önemli özelliği, toplumun katmanları arasında sert bir ayrımın bulunmasıdır. Köylüler, lordların toprakları üzerinde çalışan işçilerdi ve hiçbir şekilde yükselme şansları yoktu. Lordlar ise, kralların yanında yer alarak hükümdarlıklarını sürdürdü. Soylular, lordların altında bulunuyordu ve krallığın en güçlü isimleri arasındaydı.

Bu sistem, Ortaçağ Avrupası'nda uzun yıllar boyunca hüküm sürdü. Ancak, zamanla yerini modern devlet yapılarına bıraktı. Günümüzde, feodal sistem, Ortaçağ'ın tozlu sayfalarında kalmış bir anıdır.

Feodal Sistem

Ortaçağ Avrupa'sı, feodal sistem olarak adlandırılan bir organizasyon sistemine sahip olmasıyla bilinir. Bu sistem, birçok yönden modern toplumların yapılarından oldukça farklıdır. Sistemde, dönemin kralları ya da kraliçeleri, kendilerine sadık kalacak olan lordlara toprak verirlerdi. Bu topraklar, lordların kontrolü altında olurdu ve toprak sahibi lord, burada yaşayan köylülerden vergi alırdı.

Bu sistem, toplumun belirli bir şekilde örgütlenmesine ve sosyal sınıfların net bir şekilde ayrılmasına neden oldu. Krallar ve kraliçeler en üstte olurken, lordlar onların hemen ardından gelirlerdi. Köylüler, en alt sınıfta yer alırlardı ve toprak sahibi lordların onlar üzerinde büyük bir kontrolü vardı.

Feodal sistemde, sadakat ve koruma kavramları oldukça önemliydi. Lordlar, krallara ve kraliçelere sadık kalmak zorundaydılar. Bunun karşılığında, krallar ve kraliçeler de lordların topraklarını koruma altına alırlardı. Bu sayede, birçok savaşın ortasında kalmadan topraklarını koruyabiliyorlardı. Lordlar da, kendi toprakları üzerinde yaşayan insanları korumak ve onlara yardım etmek zorundaydılar. Bu da, lordların sert bir şekilde hükmetmelerine neden oldu.

Feodal sistemde, topraklar oldukça önemliydi. Toprak sahibi lordların daha fazla toprağı olduğunda, daha fazla köylüye sahip olacakları anlamına gelirdi. Bu, lordların daha da güçlenmelerine ve diğer lordlarla rekabet etmelerine neden oldu. Bu rekabet, sık sık savaşlarla sonuçlandı. Bu durum, Ortaçağ Avrupa'sını oldukça kaotik bir yer haline soktu ve birçok insanın hayatını kaybetmesine neden oldu.

Feodal sistem, Ortaçağ Avrupa'sındaki siyasi ve sosyal hayatın nasıl örgütlenmiş olduğunu anlamak için oldukça önemlidir. Bu sistem, modern toplumlardan oldukça farklı olsa da, Ortaçağ Avrupa'sındaki toplumun nasıl işlediği hakkında oldukça önemli bir fikir vermektedir.

Dini Yaşam

Ortaçağ Avrupa'sında Kilise'nin güçlü olduğu bir dönemde, dinin siyasi ve sosyal hayat üzerindeki etkisi oldukça büyüktü. Kilise'nin güçlü bir otoritesi vardı ve genel olarak toplumun tüm yönlerini kontrol ediyordu. Bu nedenle, dini yaşam, sadece bireysel bir inanç meselesi değil, aynı zamanda toplumun hem siyasi hem de sosyal yapısında önemli bir rol oynuyordu.

Katolik Kilisesi, Ortaçağ boyunca dini hayatın ana aktörü haline gelmiştir. Kilise, Papalık tarafından yönetilen çok merkezli bir kurumdu ve toplum üzerinde büyük bir etkiye sahipti. Ruhban sınıfı, Kilise'nin yönetiminde birçok farklı görev üstleniyordu. Bu nedenle, Kilise'nin dini yaşam üzerindeki etkisi oldukça büyüktü.

Ayrıca, Ortaçağ boyunca, Kilise ve devletler arasında yoğun bir ilişki vardı. Papa, devlet adamlarının ve liderlerin doğrudan etkisindeydi. Papalık, aslında bir devlet gibi çalıştı ve diğer devletlerle diplomatik ilişkiler kurdu. Kilisenin siyasi gücü, krallıkların ve prensliklerin yönetiminde de etkiliydi. Bu nedenle, dini yaşam, Ortaçağ'da siyasi hayatın bir parçası haline geldi.

Din, aynı zamanda Ortaçağ Avrupası'ndaki toplumsal sınıf sistemini de belirledi. Kilise'nin içinde farklı sınıflar vardı ve her sınıfın farklı görevleri ve sorumlulukları vardı. Kilisenin en üstündeki sınıf, piskoposlar ve papalardı. Alt sınıflar arasında, keşişler, rahipler ve diğer din adamları yer alıyordu. Farklı sınıfların toplumdaki yerleri oldukça önemliydi ve sınıfsal farklılıklar, Ortaçağ Avrupası'ndaki diğer toplumsal yapılarla birlikte, geniş çapta sosyal ve ekonomik çelişkiler yarattı.

Özetle, Ortaçağ Avrupası'nda Kilise'nin gücü ve siyasal otoritesi oldukça büyüktü. Dini yaşam, toplumun siyasi, sosyal ve sınıfsal yapılarını büyük ölçüde şekillendirdi. Kilise ve devletler arasındaki ilişki de oldukça önemliydi ve Kilise, Ortaçağ boyunca siyasi hayatın bir parçası olarak kabul edildi.

Kilise ve Devlet İlişkileri

Ortaçağ Avrupa'sında, kilise toplum üzerinde büyük bir güce sahipti ve siyasi otorite ile de sıkı bir ilişki içindeydi. Kilisenin otoritesi, toplumun her kesimine yayılmıştı ve insanların hayatlarına doğrudan etkisi vardı. Papalık, kilisenin siyasi gücünü temsil ediyordu ve devletlerle ilişkisi önemli bir konuydu.

Papalık, Avrupa'da siyasi bir güç olarak ortaya çıktı ve birçok devletle ilişki içindeydi. Papalar, Avrupa ülkeleri arasında arabuluculuk yaptı ve din adamlarının düzenlenmesinde önemli bir rol oynadı. Buna karşılık, devletler de Papalık'a maddi destek sağladı ve bu sayede kilise toplum üzerindeki etkisini artırdı.

Kilise ve devlet arasındaki ilişki zaman zaman gerilimli olsa da çoğunlukla iyi gitti. Bu sıkı ilişki, Avrupa toplumunun büyük bir kısmının kiliseye sadık kalmasına ve bu sayede kilisenin toplum üzerindeki gücüne katkıda bulundu. Kilise, devletlere moral ve manevi destek de sağladı ve bu sayede toplumda önemli bir rol oynadı.

Burada dini çatışmaların da olduğunu belirtmek gerekir. Ortodoks ve Protestan mezhepleri, Katolik Kilisesi'nin gücüne meydan okudular ve kilisenin toplum üzerindeki etkisini azalttılar. Ancak Katolik Kilisesi, gücünü korudu ve Ortaçağ boyunca toplum üzerinde etkili olmaya devam etti.

Sonuç olarak, Ortaçağ Avrupa'sında kilisenin toplum üzerindeki gücü büyüktü ve siyasi otorite ile yakın bir ilişkisi vardı. Papalık, kilisenin siyasi gücünü temsil ediyordu ve devletlerle ilişkisi önemli bir konuydu. İlişki zaman zaman gerilimli olsa da çoğunlukla iyi gitti ve kilisenin toplum üzerindeki etkisi devam etti.

Papalık ve Devletler

Ortaçağ Avrupa'sında Kilise'nin siyasi otorite üzerindeki etkisinden bahsetmek mümkündür. Kilise'nin güçlü olduğu dönemlerde Papa, Avrupa'da bir siyasi güç olarak ortaya çıktı. Papalık kuruluşu, Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra Ortaçağ Avrupası'nda dinî ve siyasi bir güç haline dönüşerek, Avrupa'da bulunan hemen hemen her devletin siyasi otoritesi üzerinde belirleyici bir gücü oldu.

Papa, Kilise'nin siyasi autoritesinin yanı sıra Katolik Kilisesi'nin lideri olarak da önemli bir göreve sahipti. Papa ve devletler arasındaki ilişki çok karmaşıktı. Yine de, Katolik Kilisesi ile bir anlaşma yapmak, Avrupa devletleri için önemli bir siyasi hamle olabilirdi.

Papa'nın Avrupa'daki siyasi gücü özellikle İngiltere, Fransa ve Almanya üzerinde etkili oldu. Papalığın etkisine karşı çıkanlar arasında Ünlü Reformcu Martin Luther de vardı. Luther, Katolik Kilisesi'nin yozlaşmasını eleştirdi ve reform hareketinin başlatılmasına öncülük etti.

Papalık, Ortaçağ Avrupa'sında siyasi bir güç olarak ortaya çıkarak devletlerle olan ilişkisini genişletti. Ancak Papa'nın siyasi hamleleri zaman zaman devletler ile gerginliklere neden oldu ve farklı dönemlerde, Papa ve devletleri arasında çıkan tartışmaların sonuçları önemli siyasi ve sosyal değişimlere yol açtı.

Tek Katolik Kilisesi

Ortaçağ Avrupa'sında, kiliseler farklı inançları ve uygulamaları benimsedikleri için dini çeşitlilik vardı. Katoliklik, Ortaçağ boyunca Avrupa'da en yaygın din olmasına rağmen, farklı mezhepler mevcuttu ve çatışmalar yaşanıyordu. 11. yüzyılda, Papalık, Hristiyanlıktaki çeşitliliği ortadan kaldırmak için bir program başlattı. Bu programa göre, tek bir Katolik Kilisesi olacaktı. Bu Kilise, Katolikliğin tüm inanç ve uygulamalarını benimseyecekti.

Bu politika, farklı inançları ve uygulamaları olan kişilerin Kilise tarafından dışlanmasına neden oldu ve muhtemelen Kilise'nin gücünü artırdı. Çok sayıda insan, Kilise'nin gücüne karşı çıktı ve bu, birçok dini, siyasi ve toplumsal çatışmaya yol açtı. Yine de, tek bir Katolik Kilisesi, Ortaçağ boyunca Avrupa'daki dini hayatı son derece etkilemiştir ve Kilise'nin gücü, hala tartışılmaya değer bir konudur.

Dini Sınıflar

Ortaçağ Avrupa'sında kilise, toplumun en önemli kurumlarından biriydi ve büyük ölçüde siyasi, sosyal ve kültürel hayatın merkezinde yer aldı. Kilisede farklı sınıflar vardı ve her sınıfın toplumda farklı bir yeri vardı.

Kilisede en üst sınıf, papalıktı. Papalık, Katolik Kilisesi'nin merkezi otoritesiydi ve Avrupa'da siyasi bir güç olarak ortaya çıktı. Papalık, kilise içindeki en yüksek makamdı ve Hristiyan dünyasının lideri olarak kabul edildi. Diğer bir sınıf ise rahiplerdi. Rahipler, ayinleri yönetmek ve inananların ruhani ihtiyaçlarını karşılamak için görevlendirildi. Rahipler, toplumun dini liderleri olarak kabul edildi ve yerel kiliselerde görev yaptılar.

Bir diğer önemli sınıf ise keşişlerdi. Keşişler, kiliseye bağlı manastırlarda yaşayan ve genellikle dini çalışmalar yürüten bir topluluktu. Keşişler, arazi, mülk ve diğer kaynakların yönetiminden sorumluydu ve kilise içinde özel bir yere sahipti. Kilisede son sınıf ise azizlerdi. Azizler, Hristiyan inanç sistemi içinde kutsal sayılan kişilerdi ve kilisenin koruyucusu olarak kabul edilirdi.

Kilisenin içindeki farklı sınıflar, toplumun farklı kesimlerinde önemli birer rol oynadı. Papalık, Katolik Kilisesi'nin merkezi otoritesi ve siyasi gücü olarak kabul edilirken, diğer sınıflar da kilisenin farklı yönleriyle ilgili işlevler üstlendi. Bu sınıflar, Ortaçağ Avrupa'sındaki siyasi ve sosyal hayatın karışık yapısında kilisenin önemli bir rol oynadığına işaret etmektedir.

Şehirler ve Ticaret

Ortaçağ Avrupa'sında şehirler, siyasi ve sosyal hayatta önemli bir rol oynamıştır. Özellikle ticaretin gelişmesiyle birlikte, şehirler ekonomik açıdan da oldukça güçlü hale gelmiştir. Şehirlerin ortaya çıkışının nedenleri arasında, zanaatkarların ve tüccarların bir araya gelerek loncalar ve koruyucu kuruluşlar oluşturması yer almaktadır.

Ortaçağdaki şehirler genellikle büyük ticaret yollarına yakın yerlerde kurulmuş ve ticaretin gelişmesiyle birlikte hızla büyümüştür. Şehirler, sadece ticaret merkezleri olarak değil, aynı zamanda kültürel ve entelektüel anlamda da önemli mekanlar olarak görülmüştür. Buralarda, farklı kültür ve dinlerden insanlar bir araya gelerek fikir alışverişinde bulunmuş ve birbirleriyle etkileşimde bulunmuştur.

Şehirlerin ekonomik güçleri, siyasi alanlarda da etkili olmuştur. Özellikle İtalya'daki şehirler, kendi aralarında siyasi ittifaklar oluşturarak güçlerini artırmış ve kendi devletlerini oluşturmuşlardır. Ayrıca, tüccarlar ve zengin lonca üyeleri, şehrin yönetiminde de etkili olmuşlardır.

Ortaçağdaki şehirlerin önemi sadece ticari ve siyasi açıdan değil, sosyal hayatta da ortaya çıkmıştır. Kalabalık nüfusa sahip olan şehirler, farklı mesleklerden insanların bir arada yaşadığı yerlerdir. Şehirlerde, esnaflar, tüccarlar, zanaatkarlar, köleler, çiftçiler ve işçiler gibi farklı meslek grupları bir arada yaşamaktadır.

Üretim, ticaret ve sanatın geliştiği şehirlerde, sosyal hayat da oldukça renklidir. Şehirler, kültür ve sanat etkinlikleri için de önemli merkezlerdir. Özellikle İtalya'daki şehirler, Rönesans kültürüne öncülük etmiştir.

Sonuç olarak, Ortaçağ Avrupa'sında şehirlerin siyasi, sosyal ve ekonomik hayattaki rolü oldukça önemlidir. Zanaatkarların ve tüccarların bir araya gelerek oluşturdukları koruyucu kuruluşlar sayesinde, şehirler ekonomik anlamda oldukça güçlü hale gelmiştir. Aynı zamanda, şehirler kültürel ve entelektüel anlamda da önemli mekanlar olmuştur.

Kent ve Köy Yaşamı

Ortaçağ Avrupası'nda, kentler ve köyler birbirinden oldukça farklıydı. Şehirler, ticaret ve zanaat için önemli merkezler olarak ortaya çıktı. Şehirlerde, insanlar daha özgür bir yaşam sürdürebilirken, kırsal kesimde tarım işleriyle uğraşanlar daha sıkı bir düzen içinde yaşamak zorundaydı.

Kentlerin ortaya çıkışı genellikle ticaretin gelişmesiyle oldu. Şehirler, malların toplanıp depolanması ve işlenmesi için uygun ortamlar sağlamıştı. Aynı zamanda, ticaret sayesinde şehirlerde yaşayanlar daha fazla para kazanıp, lüks mallara erişebiliyordu. Şehirler ayrıca sanat, eğitim, din ve siyasi faaliyetler için de önemli merkezlerdi.

Kırsal kesimde ise, insanlar genellikle tarım işleriyle uğraşıyordu. Köy hayatı, ailelerin ve toplulukların sıkı bir şekilde örgütlendiği bir düzen içindeydi. Köylüler, toprağın sahibi olan lordlara hizmet etmek zorundaydı. Koşullar çok ağır olabiliyor ve köylülerin yaşamları oldukça zor geçebiliyordu.

Ayrıca, kentler ve köyler arasındaki yaşam standartlarında da farklılıklar vardı. Şehirlerde yaşayanlar, daha özgür bir yaşam sürdürürken, kırsal kesimde yaşayanlar daha katı bir düzen içindeydi. Bunun nedeni, şehirlerin genellikle ticari merkezler olarak ortaya çıkmasıydı. Ticaret, insanların daha özgür olmasına ve farklı düşüncelere açık olmasına neden olmuştu.

Özetle, kentler ve köyler arasında farklı bir yaşam tarzı vardı. Şehirler, özgürlük ve zenginlik sembolüyken, köyler daha sıkı bir düzen içinde yaşıyordu.

Ticaret ve Zanaatkârlar

Ortaçağ Avrupa'sında şehirler, ticaretin gelişmesi ve zanaatkârların artan sayısıyla birlikte önemli bir yere sahip oldu. Şehirler, ticareti kolaylaştıran limanları ve nehirleri kullanarak zenginleşti. Şehirlerde üretilen mallar, diğer şehirlere ve hatta yurt dışına ihraç edildi.

Zanaatkârlar da ticaret merkezi olan şehirlerde önemli bir yere sahipti. Kentler, demirciler, terzi ve doğramacı gibi el sanatlarıyla uğraşanlar ve aynı zamanda büyük üreticiler tarafından desteklenen işçiler için bir hayat alanı sağladı. Zanaatkârlar, toplumda önemli bir yere sahipti ve genellikle kent konseylerinde temsil ediliyordu.

Ayrıca, kentlerde ticarete dayalı olarak ortaya çıkan bir başka önemli grup da tüccarlardı. Tüccarlar, İpek Yolu ve diğer ticaret rotalarını kullanarak farklı ülkelerden mal getiriyor ve şehirlerde satıyorlardı. Ticaret, Orta Çağ Avrupa'sında ekonomik büyümenin ve zenginleşmenin en önemli kaynaklarından biri olmuştu.

Özetlemek gerekirse, şehirlerin ticaret merkezleri olarak rolü Ortaçağ Avrupa'sında oldukça önemliydi. Ticaret ve zanaatkârların toplumdaki yeri, şehirlerin ekonomik, sosyal ve siyasi yapılarında belirleyici bir faktör olmuştur.

Yönetim Biçimleri

Ortaçağ Avrupası'nda farklı yönetim biçimleri vardı ve her biri kendi içinde farklı özelliklere sahipti. En yaygın yönetim biçimlerinden biri feodal sistemdi. Sistemin merkezinde, kralın elinde bulunan topraklar vardı ve kral, toprakları bir lorda verirdi. Bir lord, toprakları yönetmek ve korumak için bir şövalye ya da savaşçı gibi hizmetkarlar tutardı. Hizmetkarlar, halkın güvenliğini sağlamak için askeri güçlerin başında yer alırdı.

Bir diğer önemli yönetim biçimi ise kent konseyleri tarafından yönetilen şehirlerdi. Şehirler, ticaretin gelişmesiyle birlikte ortaya çıktı ve kent konseyleri, şehirlerdeki işlerin yönetiminden sorumluydu. Kent konseyleri, şehrin ekonomik, sosyal ve siyasi hayatını kontrol ederdi.

Bir diğer yönetim biçimi ise krallıklardı. Ortaçağ Avrupa'sında birçok krallık vardı ve krallıkların hükümdarları, ülkelerinin kontrolünü ellerinde tutardı. Krallar, ülkelerinin yönetiminde lordlar ve hizmetkarlarla birlikte çalışırdı.

Bu farklı yönetim biçimleri, ortaçağ Avrupa'sındaki toplumsal yapı üzerinde büyük etkiye sahipti. Her bir yönetim biçimi, halka farklı özgürlükler, haklar ve sorumluluklar sunardı. Ancak, feodal sistemdeki güç dengesi, toplumda büyük bir ayrışmaya neden oldu ve bu ayrışma, ortaçağ Avrupası'ndaki siyasi ve sosyal hayatı şekillendirdi.

Krallıklar ve Lordlar

Ortaçağ Avrupa'sında siyasi düzen, krallıkların varlığı ile şekilleniyordu. Krallıkların doğuşu, feodal sistemin yükselişi ile başlamıştır. Ortaçağın başlarında, feodal sistem kralların güçlerini azalttığından, krallıklar esasen birkaç büyük lorda ve kendi bölgelerine hükmeden küçük lordlara bölünmüştü.

Büyük lordlar, kendi topraklarında hüküm süren kendi mini krallıklarını yönetirlerdi. Warlordlar veya prensler olarak da adlandırılan bu lordlar, kendi toprakları üzerinde mutlak yetkiye sahiptiler ve sadece kralın emriyle hareket ederlerdi. Ancak, kralın otoritesi zamanla artmaya başladı ve krallık bütünleşmeye başladı.

• Krallıkların doğuşunda feodal sistem ile beraber büyük lordların varlığı etkili oldu.
• Büyük lordların kendi topraklarında mutlak yetkisi vardı.
• Kralın otoritesi arttıkça krallık bütünleşmeye başladı.

Krallıkların oluşması, farklı devletlerin bir araya gelerek büyük bir krallık yarattıkları zaman başladı. Bu krallıklar, kralın otoritesinin daha da artmasıyla beraber özerklikleri azaldı. Böylece feodalizm sistemi yerini merkezi otoritenin yer aldığı devlet anlayışına bırakmaya başladı. Lordların etkinliği ve yetkileri azaldı ve kralın yetkisi genişledi. Bu sayede krallıklar, daha da güçlenerek Avrupa tarihinde önemli bir yer edindi.

Krallıklar ve Lordlar	Etkileri
Krallıklar	Merkezi otoritenin yükselmesini sağladı.
Lordlar	Yetkileri ve etkinlikleri azaldı.

Krallıkların merkezi otoritesi, lordların yerini almasıyla ile birlikte, Avrupa'nın sosyal ve siyasi düzeninde önemli bir devrim yarattı. Bu düzenin gelişimi, aynı zamanda diğer siyasi ve sosyal yapıların doğuşuna da zemin hazırladı.

Kent Konseyleri ve Köylü Ayaklanmaları

Ortaçağ Avrupa'sında şehirler ve kırsal bölgeler arasında birçok farklılık vardı. Şehirler genellikle ticaret merkezleri ve sanayi bölgeleriydi, nüfusun çoğunluğu da zanaatkârlar ve esnaflardan oluşuyordu. Şehirlerin yönetimi genellikle bir konsey tarafından yapılırdı. Ancak bu konseyler, bazen sınıfsal nedenlerle ayaklanmalara sebep olabilirlerdi.

Köylüler, genellikle lordların kontrolü altında yaşarlardı ve sıklıkla zor koşullarda çalışırdılar. Bu nedenle, kırsal bölgelerde sık sık ayaklanmalar görülürdü. Köylülerin ayaklanmalarının en önemli nedeni, haksız vergi ve çalışma koşullarındaki zorluklardı. Ayrıca, birçok köylü hükümetin ve lordların keyfi davranışlarından şikayetçi oluyordu.

Şehirlerde de benzer sınıfsal nedenlerle ayaklanmalar görülürdü. Kent konseyleri, zengin tüccarların kontrolü altındaydı ve genellikle fakir kesime yeterince yardımcı olmazlardı. Bu nedenle, fakir halk ve işçiler zaman zaman kendilerini savunmak için ayaklanma eğilimindeydiler.

Tarihte birçok ayaklanmanın sebebi sınıfsal eşitsizlikti ve Ortaçağ Avrupa'sı bu konuda oldukça yoğun bir dönemdi. Ancak köylü ve işçi sınıfının gücü sınırlıydı ve bu nedenle ayaklanmalar genellikle bastırılırdı. Bununla birlikte, bu ayaklanmalar, sınıfsal bilincin güçlenmesinde ve sonraki yüzyıllarda toplumsal değişimlerin öncüsü oldu.