ABD ve İsrail’in Orta Doğu Devrimleri karşısındaki tavrı inceleniyor. İsrail’in güçlenme kaygısı, ABD’nin ise petrol kaynaklarına olan bağımlılığı bu tepkilerde etkili olmuştur. Konuya dair ayrıntılı bilgiye ulaşın.

Orta Doğu'da yaşanan devrimler, bölgede ve dünyada büyük yankı uyandırdı. Bu devrimlerin nasıl başlatıldığı, nasıl bir sonuçla neticelendiği, sürecin nasıl işlediği bir yana, dünya devletleri de bu devrimleri yakından takip etti ve net bir tutum belirlemeye çalıştılar. Özellikle ABD ve İsrail, bölgede yaşanan devrimlerin kendileri için ne anlama geldiğini kavramaya çalıştı. ABD ve İsrail'in Orta Doğu devrimleri karşısındaki tutumunu inceleyeceğimiz bu makalede, nasıl bir politika izlediklerine dair kuramsal bilgileri aktaracağız.

Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail, Orta Doğu'da yaşanan devrimlerin başlangıcında ve sonunda dikkatlerini çekti. Tunus, Mısır, Suriye ve İran gibi ülkelerde yoğunlaşan bu sürecin, ABD ve İsrail için ne kadar önemli olduğu açıktı. Özellikle İsrail için, Filistin meselesinin devam ettiği bir bölgede yaşanan devrimlerin, kendilerine karşı bir tehdit oluşturduğu düşünülebilir. Bu durumda, hem ABD hem de İsrail, Orta Doğu'da yaşanan gelişmeleri yakından takip etti ve adımlarını buna göre attı.

Bu makalede, ABD ve İsrail'in Orta Doğu devrimleri karşısındaki tutumunu ayrıntılı bir şekilde inceleyeceğiz. Tunus devrimi, Mısır devrimi, Suriye iç savaşı, İran nükleer anlaşması ve Filistin sorunu gibi konulara değineceğiz. Her bir konu üzerinde ayrıntılı bir şekilde durarak, ABD ve İsrail'in bu konulara nasıl yaklaştığını anlamaya çalışacağız. Ayrıca, Orta Doğu'da yaşanan devrimlerin genel bir değerlendirmesi de yapılarak, ABD ve İsrail'in Orta Doğu politikaları incelenecektir.

Tunus Devrimi

Tunus Devrimi, 2011 yılında gerçekleşen bir halk ayaklanması sonucu Zeynel Abidin Bin Ali'nin devrilmesiyle sonuçlandı. Devrim, diğer Orta Doğu ülkelerini de etkileyen bir domino etkisi yarattı. Ancak, ABD ve İsrail, bu devrimi farklı şekillerde karşıladı.

ABD, devrimin gerçekleştiği dönemde Tunus'u terörizmin finansmanı konusunda zayıf kaldığı gerekçesiyle eleştirmişti. Ancak, devrimin ardından ABD, Tunuslu aktivistlerin demokratik bir topluma doğru ilerlediğine dikkat çekerek destek mesajları verdi. İsrail ise Tunus Devrimi'nden hemen sonra sessiz kalmayı tercih etti. İsrail, Tunus devriminin öncelikli konusu değilse de, kendilerini rahatsız edebilecek askeri potansiyelden bahsetti.

Tunus Devrimi, Orta Doğu'daki diğer devrimlerin bir örneği olarak özgürlük, eşitlik ve demokrasi taleplerinden oluşuyordu. ABD ve İsrail devrimi farklı şekillerde yorumlasa da, ortak bir noktaları, Tunus Devrimi'nin Orta Doğu'da büyük bir değişim yaratabileceği endişesi oldu.

Mısır Devrimi

Mısır devrimi, Orta Doğu'daki en büyük devrimlerden biriydi ve ABD ile İsrail bu devrimi yakından takip etti. ABD Başkanı Obama, Mısır halkının yanında olduğunu belirterek Mısır halkından devrimlerini barışçıl bir şekilde gerçekleştirmelerini istedi. Ancak ABD'nin bu açıklaması birçok kişi tarafından İsrail'in çıkarlarına uygun bir adım olarak görüldü.

Bunun yanı sıra İsrail, Mısır'daki devrim sürecini endişeyle izledi. Mısır'ın önceki lideri Hüsnü Mübarek, İsrail ile işbirliği yapmıştı ve İsrail bu işbirliğinin sona ermesinden endişe duydu. Ayrıca İsrail, Mısır'daki İslamcı grupların yükselişinden de tedirgindi. İsrail'in güvenliği açısından, Mısır'ın istikrarlı bir şekilde yönetilmesi önemliydi.

Özetlemek gerekirse, ABD Mısır devrimine destek verirken İsrail ise bu devrim sürecini dikkatle takip etti ve güvenliği açısından endişe duydu. Ancak Mısır halkının istekleri doğrultusunda devrim gerçekleşti ve İslamcı bir hükümet seçildi. Bu durum ABD ve İsrail'in Orta Doğu'daki politikalarını değiştirmelerine neden oldu.

Mübarek'in Devrilmesi

Mısır'da başlayan halk hareketleri sonrasında 30 yıldır yönetimi elinde bulunduran Hüsnü Mübarek'in devrilmesi tüm dünyada büyük yankı uyandırdı. ABD ve İsrail, bu olayın ardından farklı açıklamalar yaparak durumu yorumladılar. ABD Başkanı Barack Obama, Mübarek'in istifasını "Mısır halkının zaferi" olarak nitelendirerek, demokratik reformların yolunu açacağına inandığını söyledi.

İsrail ise Mübarek'in devrilmesi sonrasında bölgedeki istikrarsızlıktan endişe duyduğunu belirtirken, Mısır'daki durumun İsrail'in güvenliği açısından da önemli olduğuna vurgu yaptı. İsrail yönetimi, Mübarek'in istifasının ardından Mısır'ın yeni liderlerinin İsrail ile barış anlaşmasını devam ettireceği konusunda ısrar etti.

Mısır'daki devrimin ardından ABD ve İsrail'in yakın tarihlerinde yaşanan diğer bölgesel olaylarda da benzer şekilde hareket ettikleri görüldü. Her iki ülke de bölgede istikrarlı siyasi bir ortamın korunmasına önem veriyor olsa da, halk hareketleri sonucunda değişen yönetimlerin İsrail'in güvenliğine yönelik tehditler oluşturabileceği konusunda endişelerini dile getirmekten çekinmediler.

Sonuç olarak ,Mısır'daki halk hareketleri sonrasında yaşanan gelişmelerin ABD ve İsrail açısından oldukça önemli olduğu ve bu ülkelerin bu süreçleri yakından takip ettikleri açıkça görülebilir.

Mısır'daki İslamcı Hükümet

Mısır'da gerçekleşen devrim sonrası iktidara gelen Mısır İslam Cumhuriyeti, ABD ve İsrail tarafından endişeyle karşılandı. İsrail hükümeti, İslamcı bir hükümetin Filistin sorunuyla ilgili olarak daha sert bir tutum sergilemesinden endişe duyduğunu belirtti. Ayrıca, İsrail'in Mısır'ın Sina Yarımadası'na düzenli olarak saldırıları, İslamcı hükümetin daha aktif bir politika izlemesine neden oldu. Bu da, İsrail ile Mısır arasındaki ilişkileri gerilimli hale getirdi.

ABD ise, İslamcı hükümetin demokratik değerleri korumadığını ve insan hakları konusunda yetersiz kaldığını dile getirerek eleştirdi. Ayrıca, ABD, İslamcı hükümetin İsrail'e yönelik düşmanca tutumunu da eleştirdi ve İsrail ile Mısır arasındaki barış anlaşmasının tehlikeye girmesinden endişe duydu.

Ancak, Mısır İslam Cumhuriyeti'nin 2013 yılında askeri darbeyle devrilmesi sonrası ABD ve İsrail'in tavrı değişti. İsrail, Mübarek dönemi kadar istikrarlı bir Mısır'a geri dönmenin daha önemli olduğunu belirtti ve Mısır'ın yeni yönetimiyle ilişkilerini yeniden tesis etti. ABD ise, darbe sonrası Mısır'a verdiği askeri yardımları kesmekle tehdit ederek, demokrasi ve insan hakları konusundaki endişelerini dile getirdi.

Sonuç olarak, ABD ve İsrail, Mısır'daki İslamcı hükümeti hem Filistin sorunu hem de iç politika nedeniyle eleştirmişlerdir. Ancak darbe sonrası yapılan açıklamalar, iki ülke arasındaki ilişkilerde bir değişiklik olduğunu göstermektedir.

Suriye İç Savaşı

Suriye iç savaşı, Orta Doğu'da tarihin en kanlı ve uzun soluklu iç savaşlarından biridir. Bu savaş sırasında ABD ve İsrail de savaşın ön safında yer almıştır. ABD, Esad rejimine karşı muhaliflere insani yardım yaparken, İsrail ise sınır güvenliğini korumak için bazı operasyonlar gerçekleştirmiştir.

ABD, Suriye iç savaşı sırasında uzun bir süredir Esad rejimini devirmek için çeşitli yollara başvurmuştur. Esad rejiminin kimyasal silah kullanımını bahane eden ABD, 2013 yılında Suriye'ye hava saldırısı yapmaya hazırlanmış ancak Rusya'nın müdahalesi ile bu saldırı gerçekleşmemiştir. Ayrıca ABD, Suriye'de DEAŞ ile mücadele eden muhalif güçlere yardım etmiş ve silahlandırmıştır.

İsrail ise Suriye iç savaşı boyunca, sınır güvenliğini korumak için bazı operasyonlar gerçekleştirmiştir. İsrail, Suriye'deki İran destekli militan grupları hedef almış ve bu gruplara yönelik hava saldırıları gerçekleştirmiştir. Ayrıca İsrail, Suriye’deki İran güçlerinin yayılmasına karşı çıkmıştır ve İran'a yönelik yaptırımların sıkılaştırılmasını savunmuştur.

Sonuç olarak, Suriye iç savaşı sırasında ABD ve İsrail'in tutumları, savaşın taraflarından biri haline gelerek kendi çıkarlarını korumaya yönelik olmuştur. ABD, Esad rejimine karşı muhaliflere insani yardım yaparken, İsrail sınır güvenliğini korumak için mücadele etmiştir. Ancak her iki ülkenin de Suriye'nin geleceğiyle ilgili net bir planı yoktur. Bu nedenle, Suriye iç savaşı hala devam etmektedir ve birçok sivil halk zarar görmeye devam etmektedir.

Esad Rejimi'nin Yıkılması

Esad rejimi, Suriye'deki iç savaşta en büyük tartışma konularından biriydi. ABD ve İsrail, Esad rejiminin yıkılmasını isteyen ülkelerden bazıları oldu. ABD, Suriye'ye askeri müdahale düzenleme konusunda ciddi bir seçenek olarak değerlendirdi. Ancak, Rusya'nın önemli bir ortak olduğu bölgede askeri müdahalenin sonuçlarına dair endişeler nedeniyle ABD, fiili bir askeri operasyondan kaçındı.İsrail ise, Esad rejimini uzun zamandır tehdit olarak görüyor ve Suriye'deki iç savaşın başlamasıyla İran'ın bölgedeki nüfuzunu artırdığı endişesi vardı. İsrail, Esad rejiminin devrilmesi için ülkenin muhalefet güçlerini destekledi. Ancak, İsrail'in Esad rejimi yerine gelmesi olası İslamcı bir hükümeti de endişe verici bir gelişme olarak değerlendirdi.Sonuç olarak, ABD ve İsrail, Esad rejiminin yıkılması konusunda çelişkili görüşler ortaya koydu. Ancak, her ne kadar Esad rejimiyle ilgili planlarına dair somut bir adım atmasalar da, her iki ülkenin de Suriye'deki iç savaşın sonuçlarını yakından takip ettiği görülmekteydi.

DAEŞ ile Mücadele

DAEŞ (İslam Devleti), Orta Doğu'da terör faaliyetleriyle ün salmış bir örgüttür. Bu örgütün yarattığı şiddet ve karışıklık, bölgedeki birçok ülkenin ve dünya liderlerinin dikkatini çekmiştir. DAEŞ ile mücadelede ABD'nin tutumu, bölgedeki birçok ülkenin yanı sıra İsrail'in de yakından takip ettiği bir konudur.

ABD, DAEŞ ile mücadelede öncü rol oynamıştır. 2014 yılında, ABD, DAEŞ'e karşı savaş açan koalisyona öncülük etmiş ve Irak ve Suriye'deki hava saldırılarına öncülük etmiştir. ABD ayrıca, DAEŞ'e karşı eğitim ve ekipman desteği sağlamıştır. ABD'nin bu tutumu, DAEŞ ile mücadelede etkileyici bir zafer elde edilene kadar sürmüştür.

İsrail ise DAEŞ ile mücadele konusunda daha düşük profil sergilemiştir. İsrail, DAEŞ'e karşı herhangi bir askeri operasyon gerçekleştirmemiştir. Bununla birlikte, İsrail'in DAEŞ'in varlığı ve bölgedeki faaliyetleri konusunda endişe duyduğu bilinmektedir. İsrail, DAEŞ'i bir tehdit olarak görmekte ve bölgedeki güvenliği sağlamak için her türlü önlemi almaktadır.

• ABD'nin DAEŞ ile mücadelesinde öncü rol oynadığı
• İsrail'in DAEŞ'e karşı herhangi bir askeri operasyon gerçekleştirmemiş olmasına rağmen, DAEŞ'in varlığı ve bölgedeki faaliyetleri konusunda endişe duyduğu

Özetle, ABD ve İsrail, DAEŞ ile mücadeleye birlikte yaklaşmışlardır. ABD, DAEŞ ile mücadelede öncülük etmiş ve koalisyonu yönetmiştir. İsrail ise DAEŞ'i bir tehdit olarak görmekte ve bölgedeki güvenliği sağlamak için her türlü önlemi almaktadır.

İran Nükleer Anlaşması

İran nükleer anlaşması, 14 Temmuz 2015'te Tahran'da imzalandı ve uluslararası toplumda büyük yankı uyandırdı. ABD ve İsrail de bu anlaşmanın önemini biliyorlardı ve anlaşmaya farklı tepkiler verdiler.

ABD, anlaşmaya destek veren ülkeler arasındaydı ve anlaşma sonucunu "tarihi bir an" olarak nitelendirdi. Ancak, ABD Kongresi, anlaşmayı onaylamadan önce detaylı bir değerlendirme yapmayı tercih etti. İzleme ve denetim süreçlerinde kesintisiz ve kapsamlı bir şekilde kontrol sağlamak için, İran'ın nükleer programı hakkında anlaşmayı sürekli olarak gözden geçirmek istediler. Buna karşılık, İsrail, anlaşmayı "Güvenlik ve istikrar açısından tehlikeli" olarak nitelendirdi ve İran'ın Orta Doğu bölgesindeki etkisini artıracağına inanıyordu. İsrail, özellikle nükleer silahların yayılmasını engellemek için "sıkı" bir anlaşma talep ediyordu.

Anlaşmanın uygulanmasıyla birlikte, ABD ve İsrail, İran'ın uyguladığı politikaları yakından izlediler. ABD, İran'a yönelik yaptırımların kaldırılmasıyla birlikte İran'a ekonomik destek verme yoluna gitti. Ancak, İran'ın bölgesel politikalarına ve güç artırma girişimlerine her zaman karşı durdular. Yine de, ABD'nin bu tavrı, Orta Doğu'yu istikrarsızlaştıran birçok faktörün arasında kaybolup gitti.

İran'ın Rolü

İran, Orta Doğu'da en güçlü ve etkili ülkeler arasında yer almaktadır. ABD ve İsrail ise İran'ın bölgedeki bu güçlü rolünden oldukça rahatsızdır. Özellikle İran'ın bölgede nükleer silah edinmesi durumunda, bu oldukça büyük bir tehdit olarak algılanmaktadır. Ancak İran, nükleer silah edinmediği konusunda ısrarcıdır ve uluslararası toplumla yapılan nükleer anlaşma ile bu yönde adımlar atmaktır.

ABD ve İsrail, İran'ın bölgedeki etkisini azaltmak için çeşitli yaptırımlar uygulamaktadır. Bunun yanı sıra, özellikle Suriye'deki iç savaşta İran'ın desteği ve Esad rejimine olan yakınlığı, ABD ve İsrail'in İran'ın bölgedeki etkisini artıracağı endişesine sebep olmuştur. İran'ın bölgedeki etkisini azaltmak için ABD ve İsrail destekli birçok muhalif grup tarafından İran'a karşı operasyonlar düzenlenmektedir.

Ancak İran, bölgedeki varlığını sürdürmek için çeşitli stratejiler geliştirmiştir. Özellikle komşusu Irak'ta büyük bir etkisi bulunmaktadır ve Irak'taki hükümetlerle yakın ilişkiler kurmaktadır. Ayrıca Lübnan'daki Hizbullah örgütü de İran'ın desteğini almaktadır.

Sonuç olarak, İran'ın Orta Doğu'daki rolü ABD ve İsrail için oldukça endişe verici bir durumdur. İran, bölgedeki etkisini azaltmak için uygulanan yaptırımlara rağmen varlığını sürdürmektedir. Ancak uluslararası toplumla yapılan nükleer anlaşma, İran ile diyalog kapılarını açabilmiştir.

Filistin Sorunu

Filistin sorunu, Orta Doğu'da devam eden en büyük sorunlardan biridir ve ABD ile İsrail arasındaki ilişki üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. İsrail ve ABD, Filistin sorunu hakkında farklı görüşlere sahip olsalar da, çözümün iki devletli bir çözüm olduğuna inanıyorlar.

İsrail, Filistin halkına karşı sert bir tutum takınmaktadır. İsrail hükümeti, İsrail'in güvenliğini korumak için Filistin topraklarında varlığını sürdürmeyi savunuyor. Bu nedenle, İsrail, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde İsrail kontrolünde bulunan yerleşim birimleri inşa ediyor. Ayrıca sık sık Filistin halkına karşı askeri operasyonlar düzenliyor.

ABD ise, Filistin sorununu çözmeye yönelik daha ılımlı bir tutum izliyor. ABD, Filistin topraklarında iki devletli bir çözüm için çalışmalarını sürdürüyor. Bununla birlikte, son yıllarda ABD'nin bu konudaki tutumu değişmiştir ve İsrail'e daha fazla destek sağlamaktadır.

Fakat Filistin sorunu, sadece bu iki ülke arasında kalmamaktadır. Orta Doğu'da birçok ülke de bu soruna dahil olmuştur ve çözüm arayışları devam etmektedir. Ülkeler, Filistin halkının haklarının korunması konusunda bir araya gelerek, bölgede barış ve istikrarın sağlanması için çalışmalarını sürdürmektedir.

Sonuç olarak, Filistin sorunu Orta Doğu'da hala çözümü bekleyen en büyük sorunlardan biri olarak kalmaya devam ediyor. İsrail ve ABD'nin tutumlarına rağmen, bölgedeki diğer ülkelerin de bu sorunun çözümüne katkıda bulunması gerekiyor.

İsrail-Filistin Çatışması

İsrail-Filistin çatışması, Orta Doğu'da uzun yıllardır süregelen bir sorundur ve ABD ve İsrail bu konuda tutumlarını net bir şekilde açıklamışlardır. İsrail, bu çatışmanın temel nedeninin güvenlik olduğunu düşünürken, Filistinliler ise kendi topraklarına sahip çıkmak için mücadele ettiklerini belirtmektedirler.

ABD ve İsrail, İsrail-Filistin çatışmasında İsrail'in yanında yer alarak, Filistinlilerin taktiksel pozisyon almasına karşı çıkmaktadır. İsrail-Filistin çatışmasının barışçıl çözüme kavuşması için ABD ve İsrail'in ciddi adımlar atması gerektiği de kamuoyunda fikir birliği ile kabul edilir.

Son yıllarda, özellikle ABD'nin Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıması ve büyükelçiliğini Tel Aviv'den Kudüs'e taşıması, İsrail-Filistin çatışması konusundaki tansiyonu artırdı. Ayrıca, İsrail'in Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ndeki yerleşimlerine devam etmesi de çatışmayı daha da alevlendirdi.

Her iki ülke de gerilimi azaltacak adımlar atmaya yanaşmadığı için, İsrail-Filistin çatışması gitgide daha da çetinleşmekte ve bölgedeki istikrarı tehlikeye atmaktadır. Bu sorunun çözümü için, tarafların diyaloga girmesi ve barışa yönelik adımlar atması gerekmektedir.

ABD'nin Barış Planı

ABD, İsrail ve Filistin arasındaki uzun süredir devam eden sorunlu ilişki son zamanlarda daha da artmış durumda. ABD, bölgedeki barışı sağlamak için İsrail ve Filistin arasında bir barış anlaşması imzalanmasına öncülük etmeye çalışıyor. Ancak ABD'nin barış planı, İsrail hükümeti tarafından tam olarak kabul edilirken, Filistinliler tarafından reddedildi.

ABD Başkanı Donald Trump tarafından sunulan barış planı, İsrail tarafından memnuniyetle karşılandı. Plan, Batı Şeria'da İsrail'in kontrol altındaki yerleri Filistinlilere bırakırken, Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıdı. Bununla birlikte, Filistinliler, ABD'nin bu planının, İsrail'in Filistin topraklarında daha fazla yer işgaline ve Filistin halkının haklarının daha da zayıflatılmasına yol açabileceğini düşünüyorlar. Bu nedenle, Filistin liderleri ABD planını tamamen reddettiler.

Bu planın ilerleyen süreçte İsrail ve Filistin arasında barış anlaşması sağlanmasına yardımcı olup olmayacağı henüz belli değil. Ancak ABD, İsrail-Filistin sorununu bir anlaşmayla sonlandırma konusunda kararlılığını sürdürüyor. Bölgenin istikrarı ve güvenliği açısından bu barış anlaşmasının önemli olduğu düşünülüyor.

Sonuç olarak, ABD'nin İsrail-Filistin barış planı, İsrail hükümeti tarafından kabul edilirken, Filistinliler tarafından şiddetle reddedildi. Bölgenin barış ve istikrarının sağlanması için tarafların birbirleriyle diyalog kurması ve karşılıklı anlaşmalar imzalaması gerekiyor. Ancak bu sürecin zorluğu da göz önüne alınarak, barışın sağlanması için uzun bir yolda daha çok çalışma gerekiyor.