Kimya ve Su Kaynakları hakkında merak ettiklerinize yanıt bulabileceğiniz bir platform Su kaynaklarının sürdürülebilirliği ve kimyasal atıkların zararları hakkında güncel bilgiler yer alıyor Kendinizi ve doğayı korumak için ihtiyacınız olan tüm bilgiler burada!

Su, hayatın temelidir. Yaşamın devam etmesi için suya ihtiyacımız vardır ancak sadece saf su değil, temiz ve sağlıklı suya ihtiyaç duyarız. Su, doğada bulunan en önemli bileşenlerden biridir. Doğal kaynaklardan elde edilen suyu güvenli ve sağlıklı hale getirmek, kimya bilimine bağlıdır. Su kaynaklarının sağlıklı olması, insan sağlığı için öncelikli bir önem taşır ve burada kimyanın rolü büyüktür.

Su, kimyasal olarak da birçok özelliğe sahip bir bileşendir. Kimyagerler suyun kimyasal bileşimini ve özelliklerini incelerken, su kaynaklarının sürdürülebilir şekilde kullanılması için çalışırlar. Kimya bilimi sayesinde su kaynakları daha iyi anlaşılmakta ve daha etkin bir şekilde korunabilmektedir. Bu yazıda, suyun kimyası, su kirliliği, su arıtma ve su kaynaklarının korunması gibi konular anakronik olarak ele alınacaktır.

Suyun Kimyası

Su, kimyasal bileşimi ve özellikleri ile hayatımızın en temel öğelerinden biridir.

Kimyasal olarak H₂O olarak ifade edilen suyun molekülünde hidrojen ve oksijen atomları bulunur. Oksijen atomu iki hidrojen atomuna bağlanarak su molekülünü oluşturur. Saf su, doğal olarak renksiz, kokusuz ve tatsızdır. Ancak, içindeki minerallerin ve diğer katı maddelerin türüne ve miktarına bağlı olarak renk, koku ve tat değişebilir.

Suyun birçok özelliği vardır. Örneğin, yüksek özgül ısı, yani sıcaklığı yavaş yükselir ve yavaş iner. Bu, suyun sıcaklığını koruduğu ve buharlaşma ile sıcaklık aldığı için hayatın sürdürülmesi için önemlidir.

Diğer bir özelliği, yüksek yüzey gerilimidir. Yani, suyun yüzeyindeki moleküller birbirine daha sıkı bir şekilde bağlanır ve bu da suya ince bir tabaka üzerinde hareket etme yeteneği kazandırır. Bu özellikler, Bitkilerin suyu köklerinden çekmesine izin verir ve daha büyük organizmaların yüzeyinde hareket etmesine izin verir.

Su Kirliliği

Su kaynakları insanların hayatında büyük bir öneme sahiptir. Gerek içme suyu, gerekse tarım, sanayi ve enerji sektörlerinde kullanılmaktadır. Ancak bu kaynakların kirlenmesiyle birlikte birçok sorun da ortaya çıkmaktadır. Su kirliliği, su kaynaklarına zarar veren ve insan sağlığını tehlikeye atan bir sorundur.

Su kaynakları, doğal kirlilik ve insan kaynaklı kirlilik olarak iki ana gruba ayrılmaktadır. Doğal kaynaklı kirlilik, volkanik aktiviteler, mineral yatakları, toprak erozyonu ve bitki örtüsü gibi doğal süreçler sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu durum, su kaynaklarının kirlilik seviyesinin artmasına ve içerisinde zararlı maddelerin birikmesine neden olmaktadır. Özellikle arsenik ve florür gibi kirleticiler, su kaynaklarına doğal yollarla karışarak insan sağlığı açısından büyük bir tehlike oluşturmaktadır.

İnsan kaynaklı kirlilik ise, sanayi, tarım, kentsel alanlar, madencilik gibi insan faaliyetleri sonucu ortaya çıkmaktadır. Özellikle endüstriyel atıkların ve kentsel atıkların doğaya karışması, su kaynaklarının kirletilmesine neden olmaktadır. Bu durum, su kaynaklarının kirlenmesine ve biyolojik çeşitliliğin azalmasına neden olmaktadır. Su kirliliğinin neden olduğu sorunlar arasında, canlı türlerinin yok olması, sağlık sorunları, su kaynaklarının verimliliğinde azalma ve ekolojik denge bozukluğu yer almaktadır.

Bununla birlikte, su kirliliğine karşı birçok koruma ve önleyici tedbir alınabilir. Su kaynaklarının korunması ve sürdürülebilir kullanımı için, su arıtma yöntemleri kullanılarak kirleticilerin temizlenmesi, çevresel izinlerin verilerek insan aktivitelerinin kontrol altında tutulması ve atık suyun geri dönüştürülerek tekrar kullanımı gibi önlemler alınabilir. Ayrıca, insanların su tüketim alışkanlıklarının değiştirilerek, su tasarrufu sağlayacak küçük önlemler alınması da su kaynaklarının korunmasında önemli bir rol oynamaktadır.

Doğal Kirlilik

Doğal kaynaklardan kaynaklanan kirlilik, su kaynaklarının içerisinde bulunan doğal maddelerden kaynaklanır. Bu maddeler havzalarda var olan kayalardan, topraktan, bitkilerden, hayvan dışkılarından ve su yüzeyine kadar ulaşan organik ve inorganik maddelerden kaynaklanabilir. Arsenik ve florür doğal kaynaklı su kirleticiler arasında yer almaktadır.

Arsenik, su kaynaklarında yaygın olarak bulunan bir elementtir. Bazı bölgelerde yüksek oranda orada olması sebebiyle, su kaynaklarına arsenik miktarı daha yüksek oranlarda karışabiliyor. Florür ise mineralli kaynak sularında doğal olarak bulunur ve diş çürükleri gibi problemlere neden olabilir. Bu gibi doğal kaynaklı kirleticilerin etkileri ve çözüm yolları üzerine çalışmalar yapılmaktadır.

Doğal kaynaklı su kirliliği sonucunda birçok insan sağlık sorunları yaşayabilir. Özellikle arsenik gibi kirleticiler yüksek konsantrasyonlarda sağlık sorunlarına neden olabilir. Su kaynaklarının doğal olarak temizleme mekanizması sınırlı olduğundan, insan sağlığı için tehlikeli olabilecek kirleticilerin kaynakları tespit edilerek önlemler alınmalıdır.

• Batık eski maden ocaklarından kaynaklanan asbest başta olmak üzere doğal kirleticilere dikkat edilmelidir.
• Florür de doğal olarak yer almaktadır. Ancak, bu mineralin yüksek konsantrasyonlarda neden olduğu problemler engellenmelidir.
• Bölgesel olarak su kaynaklarının kalitesi, çevre koşullarına ve jeolojik özelliklere bağlı olarak değişebilir. Bu nedenle su kaynaklarının kontrolü ve korunması bölgesel etkilere göre planlanmalıdır.

Bu önlemlere ek olarak, doğal kaynaklı su kirliliğini azaltmak amacıyla insanlar su kaynaklarını koruma, iyileştirme ve onarma çalışmaları yaparak su kaynaklarını doğal olarak temizleme potansiyellerini arttırmalıdır. Böylece, su kaynaklarının kalitesi artacak ve doğal kaynaklı kirlilik oranı azalacaktır.

Arsenik ve Florür

Arsenik ve florür, su kaynaklarında bulunan doğal kirleticilerdir. Bu kirleticilerin insan sağlığına zararlı etkileri olduğu bilinmektedir. Su kaynaklarında yüksek miktarda arsenik veya florür bulunması, ciddi sağlık sorunlarına neden olabilir. Arsenik zehirlenmesi, kanser, cilt problemleri, cıva ve kurşun birikimi gibi pek çok hastalığın nedeni olabilir. Florür ise diş ve kemik hastalıklarına neden olabilir.

Bu kirleticileri gidermek için farklı yöntemler kullanılabilir. Örneğin, arseniğin giderilmesinde ters osmoz, aktif karbon, demir ve mangan oksidasyonu gibi yöntemler kullanılır. Florür giderme yöntemleri arasında ise aktif alumina, kalsiyum karbonat, ters osmoz ve iyon değiştiriciler yer alır. 

Arsenik ve florür, doğal kaynaklı kirleticiler olduğu için tamamen ortadan kaldırılmaları mümkün olmayabilir. Ancak, etkin arıtma yöntemleri uygulanarak kirletici düzeyleri minimuma indirilebilir ve su kaynaklarının insan sağlığına zarar vermesi önlenir.

Kimyasal Oksijen İhtiyacı

Kimyasal oksijen ihtiyacı (KOİ), su içindeki organik bileşiklerin miktarını ölçen bir parametredir. KOİ düzeyi yüksek olan sular, daha fazla organik madde içerdiği için doğal yaşam için uygun olmayacak kadar kirli kabul edilir. Bu nedenle KOİ değerinin belirlenmesi, su kalitesinin ölçülmesinde önemli bir rol oynar.

KOİ, su kaynaklarının kirlenme durumunu belirlemek için kullanılan bir yöntemdir. KOİ düzeyi yüksek olan sular, su kirliliği açısından daha riskli kabul edilir. KOİ seviyesinin artması, suda çözünmüş oksijen miktarının azalmasına neden olur. Bu durum doğal yaşam için önemli bir tehdit oluşturur ve su ekosistemi üzerinde ciddi bir etkiye sahiptir.

• KOİ seviyesi yüksek olan suların çevresel etkileri:
• Doğal yaşam için tehlike yaratabilir. Yüksek KOİ değeri, suda yaşayan canlıların yaşamını tehdit edebilir veya öldürücü olabilir.
• KOİ değeri yüksek olan suların kokusu hoş olmayan olabilir, çevre kirliliğine neden olabilir ve estetik açıdan hoş değildir.
• Besin kaynaklarına zarar verebilir. KOİ değeri yüksek sulara temas eden ürünlerin hijyenik olmama riski yüksektir. Bu nedenle, içme suyu kaynaklarının belirlenmesi ve korunması çok önemlidir.

Su kaynaklarındaki KOİ seviyesini takip etmek, su kalitesini izlemek için önemlidir. KOİ seviyesi düşük olan sular çevresel etkileri en az olan sular olarak kabul edilir. KOİ seviyesini düşürmek için, fiziksel, kimyasal ve biyolojik yöntemler kullanılarak su arıtılabilir. Bu yöntemler, suda çözünmüş organik bileşikleri gidererek KOİ seviyesini düşürebilirler.

İnsan Kaynaklı Kirlilik

İnsan kaynaklı kirlilik, su kaynaklarında en önemli sorunlardan biridir. İnsanlar doğal kaynakları kullanırken, bu kaynaklarla birlikte birçok zararlı maddeyi de su kaynaklarına boşaltırlar. Bu da su kaynaklarının kirlenmesine, su kalitesinin düşmesine ve doğal yaşamın zarar görmesine yol açar.

Endüstriyel atıklar, su kaynaklarında en büyük insan kaynaklı kirliliğin kaynağıdır. Endüstriyel tesislerden atılan zararlı maddeler doğrudan su kaynaklarına boşaltılır ve burada birikir. Bu da su kaynaklarının kirlenmesine ve mikropların çoğalmasına sebep olur. Kentsel atıklar da aynı şekilde su kaynaklarının kirlenmesine neden olur. Kentsel atıkların içinde zararlı maddelerin yanı sıra, ilaç artıkları da bulunabilir. Bu da su kaynaklarında mikropların çoğalmasına sebep olur.

Su kaynaklarında insan kaynaklı kirliliğin büyük bir nedeni de tarım faaliyetleridir. Tarım alanlarında kullanılan ilaçlar, gübreler ve diğer kimyasallar, su kaynaklarına sızarak suyun kalitesini düşürür ve canlıların sağlığına zarar verir. Bu sebeple, tarım faaliyetleri sırasında çevre dostu yöntemlerin kullanılması önemlidir.

İnsan kaynaklı kirlilik, doğal kaynakları kullanırken doğru yöntemlerin kullanılmamasından kaynaklanır. Bu nedenle, insanların doğal kaynakları kullanırken daha dikkatli olmaları ve çevre dostu yöntemleri kullanmaları gerekmektedir. Su kaynaklarını korumak ve kalitesini yükseltmek için, endüstriyel atıkların doğru bir şekilde bertaraf edilmesi, kentsel atıkların geri dönüşümü, tarım faaliyetlerinin daha az zararlı olacak şekilde yapılması ve toplumun su kaynaklarına sahip çıkmaları önemlidir.

Endüstriyel Atıklar

Endüstriyel atıklar, birçok sanayi sektöründe oluşan atıklardır ve genellikle su kaynaklarına doğrudan veya dolaylı olarak etki ederler. Bu tür atıkların su kaynaklarına bırakılması, su kirliliğinin artması ve insan sağlığına zarar verebilen kimyasal maddelerin suya karışması gibi birçok soruna neden olabilir.

Buna karşılık endüstriyel atık suyun arıtılması, doğal su kaynaklarının korunmasını ve sürdürülebilir kullanımını sağlayabilir. Sürekli geliştirilen arıtma teknolojileri sayesinde endüstriyel atıkların suya doğrudan bırakılması verimli bir şekilde önlenir.

Bunun yanı sıra endüstriyel atıkların geri dönüştürülmesi, su kirliliğini önlemenin yanı sıra çevre koruma açısından da önem taşımaktadır. Atıkların geri dönüştürülmesi, atık miktarının azaltılmasına ve oluşan atıkların yeniden kullanılmasına olanak tanır.

Endüstriyel atıkların su kaynaklarına olan etkisinin en aza indirilmesi için, sanayi sektöründe faaliyet gösteren işletmelerin atık yönetimi planları hazırlamaları gerekmektedir. Bu planlar, atıkların azaltılması, geri dönüştürülmesi ve arıtılması yolları hakkında detaylı bilgiler verir. Bu da hem endüstriyel atıkların su kaynaklarına olan etkisini azaltır, hem de ekonomiye olumlu katkı sağlar.

Kentsel Atıklar

Kentsel atıklar, şehirlerde yaşayan insanların ürettiği evsel atıkları kapsayan geniş bir kavramdır. Bu atıkların doğru bir şekilde yönetilmemesi, su kaynaklarını olumsuz etkilemektedir. Kentsel atıkların su kaynaklarına olan etkileri arasında, su kalitesinde bozulma, su kaynaklarındaki suya katılan patojenik mikroorganizmalar, kimyasal bileşenler, özellikle bazı ağır metallerin su kaynaklarına karışarak kirlenmesi ve su kaynaklarının tıkanması yer almaktadır.

Bu nedenle, kentsel atıkların su kaynaklarına olan etkileri ortadan kaldırmak için bazı çözüm yolları uygulanmalıdır. Bunlar;

• Evsel atıkların düzenli olarak toplanması, taşınması ve bertaraf edilmesi. Bu sayede, evsel atıkların çevreye zarar vermesi önlenir.
• Atık su arıtma tesislerinin kurulması ve bu tesislerde kentsel atıkların arıtılması. Bu sayede, atık suların doğaya salınması önlenir ve su kaynaklarının kirlenmesi engellenir.
• Geridönüşümün teşvik edilmesi ve evsel atıkların geri dönüşümü için uygun ortamların oluşturulması. Bu sayede, evsel atıkların doğaya yayılması durdurulabilir.

Kentsel atıklar, günümüzde şehirlerde yaşayan insanların bir gerçeği haline gelmiştir. Ancak, bu atıkların su kaynaklarına olan etkileri sürdürülebilir bir gelecek için önemli bir sorun teşkil etmektedir. Bu nedenle, yöneticilerin ve bireysel olarak tüm insanların kentsel atıkların doğru bir şekilde yönetilmesine ve su kaynaklarına olan etkilerinin azaltılmasına özen göstermeleri gerekmektedir.

Su Arıtma

Su kaynaklarının arıtılması ve temizlenmesi oldukça önemlidir. Bu nedenle, farklı su arıtma yöntemleri kullanılmaktadır. Fiziksel arıtma yöntemleri, kirleticilerin suyun üzerinden çıkarılmasına yardımcı olur. Bu yöntemler, süzme, çöktürme yöntemi, filtreleme, ve ters ozmoz gibi farklı teknikler içerir.

Kimyasal arıtma yöntemleri, su kaynaklarındaki kirleticilerin yok edilmesine yardımcı olur. Bu yöntemler arasında, klorlama, flotasyon, adsorpsiyon ve çökeltme yer almaktadır. Bu teknikler, sudaki zararlı kimyasalları yok eder ve bu sayede suyun daha temiz olmasını sağlar.

Biyolojik arıtma yöntemleri ise, su kaynaklarındaki organik kirleticileri yok etmek için kullanılır. Bu yöntemler endüstriyel bölgeler ya da çiftlik atıklarının su kaynaklarına karışması sonucunda oluşan organik kirlilik sorunlarının çözümlenmesinde oldukça etkilidir. Bu yöntemler, aerobik işlem, anaerobik işlem, ve filtreleme gibi farklı teknikleri içermektedir.

Su kaynaklarından sadece temiz su sağlamak yeterli değildir; bu kaynakların korunması da oldukça önemlidir. Su kaynaklarının korunması için, kaynakların etrafındaki alanlar korunmalı, suya atık ve kirlilik bırakılmamalıdır. Su kaynakları, insanların sağlıklı bir yaşam sürdürmesi ve çevrenin korunması için oldukça değerli kaynaklardır. Dolayısıyla, su kaynaklarının sürdürülebilir bir şekilde kullanımını sağlamak için doğru yöntemlerin uygulanması ve kaynakların korunması oldukça önemlidir.

Fiziksel Arıtma

Su kaynaklarındaki kirliliğin azaltılması için kullanılan arıtma yöntemleri arasında fiziksel arıtma adı verilen yöntem oldukça önemlidir. Fiziksel arıtma işlemi, su kaynaklarındaki kirliliklerin mekanik yöntemlerle ayrıştırılması işlemidir. Bu işlem sonucunda, sudaki katı partiküller ve askıdaki maddeler ayrıştırılır ve sudan uzaklaştırılır. Fiziksel arıtma işlemi, kimyasal ya da biyolojik işlemlerle birlikte kullanılabilmektedir.

Fiziksel arıtma yöntemleri arasında en yaygın olanları; eşela, flotasyon, çökeltme ve filtrasyondur. Eşeleme yöntemi sayesinde, su kaynaklarından büyük boyutta katı madde ayrıştırılarak sudan uzaklaştırılır. Flotasyon yöntemi, sudaki askıdaki katı maddelerin, önceden tanımlanmış bir yoğunluk değeri olan hava kabarcıkları ile birleştirilerek yüzeye çıkarılması işlemidir. Bu madde yüzeye çıktığında, sudan uzaklaştırılması daha kolay olur. Çökeltme ise suyun, yavaşça hareket ettirilerek, içindeki katı maddelerin çökelmesini sağlar. Filtrasyon metodu ise, sudaki katı maddelerin filtreler yardımıyla ayrıştırılması işlemidir.

Fiziksel arıtma yöntemleri, birçok endüstriyel kirlilik, kentsel atık ve işletme atığı arıtımında kullanılmaktadır. Bu yöntem ile, su kaynaklarındaki fazla madde uzaklaştırılarak suyun tüketilebilir hale gelmesi sağlanır. Fiziksel arıtma işleminin yanında, kimyasal ve biyolojik arıtma yöntemleri de kullanılarak daha etkili bir arıtma sağlanabilir.

Sonuç olarak, su kaynaklarının kirlenmesi dünya genelinde çevresel bir sorun olmaya devam etmektedir. Su kaynaklarının kirliliğinin azaltılması için fiziksel arıtma yöntemleri büyük önem taşımaktadır. Bu yöntemlerle, su kaynaklarındaki katı maddelerin ayrıştırılması ve sudaki kirliliğin azaltılması hedeflenmektedir. Fiziksel arıtmanın yanı sıra, kimyasal ve biyolojik arıtma yöntemleri de kullanılarak su kaynaklarının korunması sağlanmalıdır.

Kimyasal Arıtma

Su kaynaklarının temizlenmesi amacıyla kullanılan bir diğer yöntem ise kimyasal arıtma yöntemidir. Bu yöntem, su kaynağındaki kirlilik kaynaklarına uygun kimyasalların eklenmesi yoluyla çalışır. Kimyasal arıtma, su kaynaklarına zarar vermeyen ve insan sağlığı açısından tehlike oluşturmayan kimyasalların kullanılmasıyla gerçekleştirilir.

Kimyasal arıtma yönteminde, çamur ayrıştırma ve çöktürme işlemleriyle kirlilik giderilir. Suda bulunan organik ve inorganik maddeler, çamurla birleştirilerek suyun ayrışması sağlanır. Daha sonra bu hafif ve ayrılmış kirlilik maddeçleri, özel kimyasal maddelerle birleştirilerek çöktürülür. Kimyasal arıtma yönteminin en etkili kullanım alanları, nitrat giderme, fosfat giderme ve yapay infiltrasyon sistemleridir.

Kimyasal arıtmanın başka bir yöntemi de ozonlama yöntemidir. Ozonlama, kimyasal arıtmanın bir alt dalı olup, suyu ozon molekülleriyle temizlemek amacıyla kullanılır. Ozonlama yöntemi, suyun moleküler yapısını bozarak ve kirliliği gidererek suyu sağlıklı hale getirir. Ozonlama yöntemi, dezavantajları olan diğer yöntemlere kıyasla daha etkili ve çevre dostudur.

Sonuç olarak, kimyasal arıtma yöntemi, su kaynaklarının temizlenmesinde yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Kimyasal arıtma, suda bulunan kirliliği ortadan kaldırmak için özel kimyasal maddelerin kullanılması ile gerçekleştirilir. Ozonlama yöntemi de su kaynaklarının temizlenmesinde kullanılan bir diğer kimyasal arıtma yöntemidir. Sürdürülebilir bir çevre oluşturmak ve insan sağlığına yönelik icra edilecek faaliyetleri en uygun koşullarda yürütmek için, kimyasal arıtma uygulamalarındaki yöntemleri sürekli olarak geliştirmek ve yenilemek gerekmektedir.

Biyolojik Arıtma

Biyolojik su arıtma yavaş fakat etkili bir yöntemdir. Aktif çamur, sabit filtre, taş tarlası biyolojik arıtma, yüzen bitki kümeleri gibi birkaç yöntem bulunmaktadır.

Aktif çamur yöntemi, atıksu içindeki organik maddeleri ve azotu biyolojik olarak gidermek için bir havalandırma sistemi kullanır. Bu yöntem çabuk çalışan ve düşük bir işletme maliyetine sahip olmasından dolayı popülerdir.

Sabit filtre yöntemi, düzgün havalandırılmış ve önceden temizlenmiş bir filtrenin atıksuyun üstünden geçirilmesi ile gerçekleştirilir. Bu yöntem özellikle küçük kapasiteli atık su arıtma tesisleri için idealdir.

Taş tarlası biyolojik arıtma yöntemi, doğal bir arıtma sürecine dayanmaktadır. Atıksu, taşlardan oluşan bir yüzey alanıyla kaplı olan yataklarda bir süre tutulur ve bu süreçte mikroorganizmalar aracılığıyla arındırılır. Bu yöntem, çevre dostu ve düşük bakım maliyetlerine sahiptir.

Yüzen bitki kümeleri yöntemi, su üzerinde yüzen bitkiler kullanarak atıksuyu temizler. Bu bitkiler, organik maddeleri absorbe ederek atıksuyun içindeki besin maddelerini azaltır. Bu biyolojik arıtma tekniği, su kaynakları koruma alanlarında da sıklıkla kullanılmaktadır.

Biyolojik su arıtma yöntemleri, çevre dostu ve etkili bir şekilde su kaynaklarının korunmasına yardımcı olabilir. Ancak, her yöntemin kendine özgü avantajları ve dezavantajları vardır. Bu sebeple, en uygun biyolojik arıtma yönteminin seçimi, atık suyun kaynağına ve özelliklerine göre yapılmalıdır.

Su Kaynaklarının Korunması

Su kaynaklarının korunması, sadece bugünkü ihtiyaçlarımızı karşılamakla kalmaz, gelecek nesillerin de suya erişimini sağlar. Suyun sürdürülebilir kullanımı ve kaynaklarının korunması için bazı önlemler alınabilir.

• İzin verilen çıkış miktarlarını aşmamak: Su kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı için öncelikle su kullanımına izin verilen miktarın aşılmaması gerekir.
• Su kaynaklarının takibi: Su kaynakları sıklıkla takip edilmeli ve su kalitesi ölçülmelidir. Bu takip, kaynaklardaki kirliliğin kontrolünde çok önemlidir.
• Su kaynaklarını sınırlandırıcı bölgeler: Su havzalarının korunması için özel olarak belirlenmiş bölgeler, su kaynaklarının bozulduğu yerlerde oluşturulmalıdır.
• Su tasarrufu: Su tasarrufu, sürdürülebilir su kullanımının en önemli bileşenidir. Bu amaçla, evde ve işyerlerinde su tasarrufu yapma yolları araştırılabilir, bu sayede su kaynakları daha uzun süre kullanılabilir.

Doğal yaşam alanları da su kaynaklarının korunmasında önemli bir role sahiptir. Bu nedenle, sulak alanlar doğal yaşam alanlarıdır ve türlerin hayatta kalmasına yardımcı olabilecek çok sayıda farklı organizma türüne ev sahipliği yaparlar. Sulak alanların sürdürülebilir kullanımı, yerel ekonomiyi geliştirirken kaynakları korumaya da yardımcı olabilir.